KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Eğitim > Dersler > Felsefe


Felsefe


Cevapla
 
Seçenekler
  #1 (permalink)  
Alt 22.09.06, 14:25
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 35
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Yeni Tarihsel Materyalizm

TARİHİN DEVİNDİRİCİ GÜÇLERİ

FİKİRLERİMİZ nereden gelir sorusuyla birlikte, araştırmalarımızı da daha ilerilere götürmek gerekir. 18. yüzyıl materyalistleri gibi, "karaciğerin safrayı salgıladığı gibi beynin de düşünceyi salgıladığı"nı düşünürsek, bu soruya da, doğanın ruhu yarattığı, dolayısıyla fikirlerimizin doğanın ürünleri olduğu, beynin ürünleri olduğu yanıtını veririz.
Öyleyse şöyle denecektir: Tarihi, kendi iradeleri tarafından itilen insanların eylemi yapar; iradeleri ise o insanların fikirlerinin ifadesidir, fikirlerin kendileri ise insanların beyninden gelir. Ama dikkat!



I. SAKINILMASI GEREKEN YANLIŞ BİR DÜŞÜNCE


Biz, Büyük Devrimi, filozofların beyinlerinde doğmuş fikirlerin uygulanmasının bir sonucudur diye açıklarsak, bu, sınırlı, yetersiz bir açıklama ve materyalizmin kötü bir uygulaması olur.
Çünkü görülmesi gereken şudur: bu çağın düşünürlerince ortaya atılan bu fikirleri yığınlar niçin benimsedi? Diderot, bu fikirleri kavramakta, niçin tek başına değildi? Ve niçin 16. yüzyıldan beri beyinlerin büyük bir çoğunluğu hep aynı fikirleri yoğuruyordu?
Acaba, bu beyinler, birdenbire, aynı ağırlığa ve aynı kıvrıntılara mı sahip oldular? Hayır. Fikirlerde değişmeler var, ama kafatası içinde bir değişme olmamış.
Fikirlerin böyle beyinle açıklanması, materyalist bir açıklama olarak görünür. Ama Diderot'nun beyninden söz etmek, gerçekte Diderot'nun beyninden, fikirlerinden söz etmektir ve o halde bozulmuş, yanıltılmış materyalist bir teoridir; bu teoride, fikirlerle birlikte, idealist eğilimin de doğmakta olduğunu görüyoruz.
Daha önceki tarih-eylem-irade-fikirler zincirine dönelim. Fikirlerin bir anlamı, bir içeriği vardır: İşçi sınıfı, örneğin, kapitalizmin devrilmesi için savaşım verir. Bu, savaşım halindeki işçiler tarafından düşünülür. Kuşkusuz, onlar bir beyinleri olduğu için düşünürler ve buna göre beyin, düşünmek için zorunlu bir koşuldur; ama yeterli koşul değildir. Beyin, fikirlere sahip olmanın maddi olgusunu açıklar, ama neden şu fikirlere değil de, daha çok bu fikirlere sahip olunduğunu açıklamaz.
"İnsanları harekete geçiren ne varsa, hepsi zorunlu olarak onların beyninden geçer, ama bunun beyinde alacağı biçim, koşullara çok bağlıdır."[68] (sayfa 198)
Öyleyse fikirlerimizin içeriğini, yani örneğin kapitalizmi devirme fikrinin bizde oluşmasını nasıl açıklayabiliriz?



II. "TOPLUMSAL VARLIK" VE BİLİNÇ


Biliyoruz ki, fikirlerimiz, şeylerin yansılarıdır; fikirlerimizin taşıdıkları amaçlar da şeylerin yansılarıdır, ama hangi şeylerin?
Bu soruyu yanıtlamak için, insanların nerede yaşadıklarına, onların fikirlerinin nerede ortaya çıktığına bakmak gerekir. Şimdi saptıyoruz ki, insanlar, kapitalist bir toplumda yaşıyorlar ve onların fikirleri bu toplum içinde ortaya çıkıyor ve bu fikirler, bu insanlara, bu toplumdan geliyor.
"İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır."[69]
Bu tanımlamada, Marx'ın, "insanların varlığı" dediği şey, biziz, biz olduğumuz şeydir; "bilinç" ise, bizim düşündüğümüz, istediğimiz şeydir.
Genellikle, içime işlemiş derin bir ülkü uğruna savaşım veriyorum, denir ve bundan bizim varlığımızı belirleyen şeyin, bizim bilincimiz olduğu sonucu çıkarılır; biz, bir şey yapıyoruz, çünkü öyle düşünüyoruz ve öyle istiyoruz.
Böyle söylemek büyük bir yanlıştır, çünkü gerçekte bizim bilincimizi belirleyen toplumsal varlığımızdır.
Proleter olan bir "varlık" proleterce düşünür ve burjuva olan bir "varlık", burjuvaca düşünür (neden her zaman böyle olmadığını daha ilerde göreceğiz). Ama, genel biçimiyle "bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü".[70]



III. İDEALİST TEORİLER


İdealistler derler ki, bir proleter, proleter gibi düşündüğü (sayfa 199) için proleterdir ya da bir burjuva, burjuva gibi düşündüğü için burjuvadır.
Biz de, tersine, deriz ki, eğer onlar bir proleter ya da bir burjuva gibi düşünüyorlarsa, bu, bir proleter ya da bir burjuva olmamalarındandır. Bir proleter, proleter olduğu için proletarya sınıfının bilincine sahiptir.
Burada iyice dikkat etmemiz gereken bir şey, idealist teorinin pratik bir sonucu olduğudur. Deniliyor ki, burjuva olunuyorsa, bu, burjuva gibi düşünüldüğündendir; öyleyse, artık burjuva olmamak için, söz konusu olan düşünüş biçimini değiştirmek yeterlidir, ve burjuva sömürüsünü durdurmak için de patronları ikna etmeye çalışmak yeterlidir. Bu da hıristiyan sosyalistler tarafından savunulan bir teoridir; aynı zamanda, bu ütopyacı sosyalizmin kurucularının da teorisi olmuştur.
Ama bu, aynı zamanda, kapitalizme karşı, onu ortadan kaldırmak için değil, ama daha "akla-yatkın" olmasını sağlamak için savaşım veren faşistlerin de teorisidir. Bunlar patronların, işçileri sömürdüklerini anladıkları zaman, artık sömürmeyeceklerini söylerler. İşte baştan sona idealist ve tehlikeli bir teori.



IV. "TOPLUMSAL VARLIK" ve YAŞAM KOŞULLARI


Marx, bize, "toplumsal varlık"tan söz eder. "Toplumsal varlık" ile ne demek istemektedir?
"Toplumsal varlık", insanların içinde yaşadıkları toplumun maddi yaşam koşulları tarafından belirlenir.
İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir; bu maddi koşullar, onların bilinçlerini belirler.
Maddi yaşam koşulları denen şey nedir? Toplumda zenginler vardır, yoksullar vardır ve onların düşünüş biçimleri ayrı ayrıdır; onların aynı bir konu üzerindeki fikirleri değişiktir. (sayfa 200) Bir yoksul, bir işsiz için, otobüse binmek bir lükstür; ama kendi özel arabası olan bir zengin için, bir aşağılanmadır.
Yoksulun otobüs konusundaki fikirleri, acaba yoksul olduğu için mi vardır, yoksa bu fikirlere, otobüse bindiği için mi sahiptir? Yoksul olduğu için. Yoksul olmak, burada; onun yaşam koşuludur.
Öyleyse, insanların yaşam koşullarını açıklayabilmek için, niçin zenginler vardır, niçin yoksullar vardır, ona bakmak gerekir.
Üretimin ekonomik sürecinde, benzer yer tutan (yani bugünkü kapitalist düzende üretim araçlarına sahip olan - ya da tersine, üretim araçları üzerinde çalışıp da ona sahip olmayan) bir insanlar grubu, belirli bir ölçüde aynı maddi yaşam koşullarına sahip olan bir insanlar grubu, bir sınıf oluşturur; ama bir sınıf kavramı, sınıf düşüncesi, zenginlik ya da yoksulluk kavramına indirgenemez. Bir proleter, bir burjuvadan daha fazla kazanabilir; ama bu yüzden daha az proleter değildir, çünkü o, bir patrona bağlıdır ve çünkü onun ne yaşamı güven altına alınmıştır, ne de o bağımsızdır. Varlığın koşulları, yalnızca kazanılan para ile oluşmaz, toplumsal görev ile oluşur, ve o zaman şu zincirlemeyi elde ediyoruz:
İnsanlar fikirlerinin ifadesi olan iradeleri doğrultusunda, eylemleri ile tarihlerini yaparlar. Fikirleri ise, insanların içinde bulundukları maddi yaşam koşullarından, yani onların bir sınıfın mensubu olmalarından gelir.



V. SINIF SAVAŞIMLARI, TARİHİN DEVİNDİRİCİSİ


İnsanlar bir şey yaparlar, çünkü bazı fikirleri vardır. Onlar, bu fikirlerini, maddi yaşam koşullarına borçludurlar, çünkü onlar, bu ya da diğer sınıftandırlar. Bu demek değildir ki, [kapitalist] toplumda, yalnızca iki sınıf vardır; (sayfa 201) birçok sınıf vardır. Başlıca iki sınıf savaşım halindedir: burjuvazi ve proletarya.
Demek ki, fikirlerin arkasında sınıflar bulunur.
Toplum, birbirlerine karşı savaşım veren sınıflara bölünmüştür. Böylece, eğer insanların fikirleri incelenirse, bu fikirlerin de çatışma halinde oldukları ve bu fikirlerin arkasında, birbirleriyle çatışma halinde olan sınıfların bulunduğu görülür.
Şu halde, tarihin devindirici güçleri; yani tarihi açıklayan şey, sınıf savaşımlarıdır.
Eğer sürekli bütçe açığını örnek olarak alırsak, görürüz ki, iki çözüm vardır: biri, mali ortodoksluk (geleneksel ilkelere uygunluk), yani yeni tasarruflara, yeni istikrazlara, yeni vergilere vb. devam ederek açığı kapamak; öteki çözüm ise, bu açığı zenginlere ödettirmektir.
Bu fikirler çevresinde siyasal bir savaşım olduğunu görürüz ve genellikle, bu konuda, bir anlaşma sağlanamamasına "üzülünür"; ama marksistler, bu siyasal savaşımın ardında yatan gerçeği anlamak isterler ve araştırırlar; araştırınca da, toplumsal savaşımı, yani sınıf savaşımını bulurlar. Birinci çözümden yana olanlar (kapitalistler) ile zenginlere ödettirmeden yana olanlar (orta sınıflar ve proletarya) arasındaki savaşım olduğunu görürler.
"Öyleyse, diyecektir Engels, hiç değilse modern tarihte, bütün siyasal savaşımların sınıf savaşımları oldukları ve sınıfların bütün kurtuluş savaşımlarının, zorunlu olan siyasal biçimlerine karşın -çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır- son tahlilde ekonomik kurtuluş sorunu çevresinde döndükleri tanıtlanmıştır."[71]
Böylece, tarihi açıklamak için, daha önce öğrendiğimiz zincire eklenecek bir halkamız daha oluyor: (sayfa 202) eylem, irade, fikirler, fikirlerin arkasında sınıflar, sınıfların arkasında da ekonomi. Demek ki, tarihi açıklayan gerçekten sınıf savaşımlarıdır, ama sınıfları belirleyen ekonomidir.
Bir tarih olayını açıklamak istediğimiz zaman, savaşım veren fikirler nelerdir, onları incelemek, fikirlerin gerisinde sınıfları araştırmak ve son olarak da sınıfların temel özelliklerini belirleyen ekonomik tarzı belirtmek zorundayız.
Şimdi gene, sınıfların ve ekonomik tarzın nereden geldiği sorulabilir (diyalektikçiler art arda bütün bu soruları sormaktan korkmazlar, çünkü her şeyin kaynağını bulmak gerektiğini bilirler). Bu, bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak öğreneceğimiz konudur, ama şimdiden diyebiliriz ki:
Sınıfların nereden geldiklerini bilmek için, toplumun tarihini incelemek gerekir, o zaman bugün karşılaştığımız sınıfların, daima aynı sınıflar olmadığı görülecektir. Eski Yunan'da, köleler ve efendileri; ortaçağda, serfler ve senyörler (feodal beyler); sonra da, (bu sıralamada basitleştirildiği üzere) burjuvazi ve proletarya.
Bu tabloda saptıyoruz ki, sınıflar değişiyorlar ve nedenini araştırdığımız zaman, görüyoruz ki, ekonomik koşullar değiştiği için sınıflar da değişmişlerdir (ekonomik koşullar şunlardır: üretimin, dolaşımın, üleşimin ve zenginlikleri tüketimin yapısı ve, geri kalan her şeyin son koşulu olarak, üretim biçimi, teknik).
İşte gene Engels'ten bir parça:
"Burjuvazi ve proletarya, her ikisi de, ekonomik koşulların, daha doğrusu üretim tarzının dönüşümü sonucu oluşmuşlardı. Bu dönüşüm, ilkin lonca tezgahından manüfaktüre, manüfaktürden de makineler kullanan, su buharı ile işleyen ve bu iki sınıfı geliştirmiş olan geniş-ölçekli sanayiye geçiştir."[72]
Demek ki, son tahlilde, tarihin devindirici güçlerini, bize aşağıdaki zincirleme vermektedir:

a) Tarih, insanların eseridir.
b) Tarihi yapan eylem, insanların iradesiyle belirlenir.
c) Bu irade, onların fikirlerinin ifadesidir.
d) Bu fikirler, insanların içinde yaşadıkları toplumsal koşulların yansısıdır.
e) Sınıfları ve onların savaşımını belirleyen, bu toplumsal koşullardır.
f) Sınıfların kendileri, ekonomik koşullar tarafından belirlenirler.

Bu zincirlemenin hangi biçimler altında ve hangi koşullarda akıp geçtiğini açıklıkla belirtmek için diyoruz ki:

1. Fikirler, yaşamda siyasal planda açığa çıkarılırlar.
2. Fikir savaşımlarının arkasındaki sınıf savaşımları toplumsal planda açığa çıkarılırlar.
3. Ekonomik koşullar (tekniğin durumu ile belirlenmiş bulunan) ekonomik planda ifadelerini bulurlar.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
Cevapla






© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006