Tekil Mesaj gösterimi
  #23 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:13
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiST
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

STEVE FRANCIS
SLAM DUNK’IN BAŞI AĞRIYAN CANAVARI
STEVE FRANCIS “WINK #3”

ARTIK HOUSTON TAKIMINDA NE OLAJUWAN VAR, NE BARKLEY, NE DE DREXLER. AMA SAHİP OLDUKLARI BİR ŞEY VAR; UZUN ZAMANDIR ÖZLEMİNİ ÇEKTİKLERİ GERÇEK BİR OYUN KURUCU: STEVE FRANCİS…

İster onu itin, ister çekin! Her tür faule baş vursanız bile, çoğu zaman O’nun üzerinizden yapacağı smaçları engellemek için elinizden fazla bir şey gelmez. Ne Duncan, ne Malone ne de Wallace onu tek başlarına durdurabildi ama bu yıl yeni tanıştığı bir savunmacı ona feleğini şaşırttı: Nedeni bulunamayan migren ağrıları!..

Houston hep süper yıldızların ve kıl kapı kaçan şampiyonlukların takımı olmuştur. NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusundan Clyde “The Glide” Drexler ile Sir Charles Barkley’in faal oyunculuğu bırakması ve her bakımdan adını Houston tarihine altın harflerle yazdıran efsanevi pivot Hakeem “The Dream” Olajuwon’ın Toronto’ya transferi sonucunda elindeki süper yıldızlarını kaybeden Rockets’ın taraftarları, takımın yeniden yapılanma sürecinde bir isme o kadar çok güveniyor ki daha şimdiden onun tarih yazacağına inanmış durumda. İşte bu yüzden ona “Franchise” lakabını taktılar.

SAN DİEGO’DAN HOUSTON’A
1967 yılında San Diego’da NBA macerasına başlayan Rockets takımı kurulduğu günden itibaren yıldız sıkıntısı çekmeyen ender ekiplerden biridir. 1993-94 sezonunda gelen ilk şampiyonluğa kadar kadrosunda Elvin “The Big E” Hayes, kısa boyundan kaynaklanan dezavantajları yüreğiyle kapatan küçük dev adam Calvin Murphy, hem oyunculuk hem de coachluk kariyerinde Houston’la özdeşleşen Rudy Tomjanovich, John Lucas, “karpuzlama” atışlarına rağmen yaklaşık %90 serbest atış yüzdesi tutturan Rick Barry, pota altı canavarı Moses Malone ve süper bir kariyer başlangıcının ardından beklenmedik bir şekilde 4-5 NBA sezonunun ardından basketbolu unutan sorunlu Dev Ralph Sampson gibi çoğu şu an Naismith Hall of Fame’e seçilmiş olan bir çok süper stara sahip olmuştu. Buna rağmen kendilerinden beklenen performansı genelde gösteremeyerek ortalama bir takım olmaktan öteye gidememişlerdi. Hoş NBA’in adeta Magic-Bird düellosu şeklinde geçtiği 80’li yıllarda, önce Moses Malone’un sonra da ikiz kuleler Olajuwon&Sampson liderliğinde iki kez finale çıkmayı başarmışlardı. Belki Bird’lü, Kevin Mc Hale’li ve Robert Parish’li Boston’a kaptırılan şampiyonluklar beklentileri de maksimuma çıkartmıştı çıkartmasına ama Houston taraftarları umulmadık bir şekilde birkaç sezon üst üste playoff’larda unutamayacakları hezimetlere şahit olacaktı. Rockets yönetimi peşi sıra playoff’larda daha ilk turlarda gelen başarısızlıklar ve süpürülmeler karşısında coach Don Chaney’nin ipini çekerek yerine takımın sembol oyuncularından biri olan Rudy Tomjanovich’i getirecekti.

HOUSTON TARİHİNİN EN BÜYÜK COACH’U: RUDY TOMJANOVİCH
Oyunculuk kariyerini noktaladıktan sonra önce Houston’da scout’luk sonra da asistan coach’luk yapan Rudy T, herhalde tavında pişerek bu noktaya geldiğinden takıma yeni bir ivme kazandırır. Hakeem’i daha etkin kullanarak onun takımdaki liderliğini güçlendirir bunun sonucunda da daha ilk sezonunda 55-27’lik bir galibiyet oranı yakalar. Tam bu sırada 90’ların başına damgasını vurarak Chicago’nun Three-Peat yapmasında baş rolü oynayan Michael Jordan, babasının öldürülmesinin ardından yaptığı basın toplantısıyla basketbolu bıraktığını açıklar. İşte Houston’ın şampiyonluğunu hazırlayan ortam oluşmuştur. Ligin ikinci en iyi oyuncusu Hakeem ve Coach T bu fırsatı geri tepmez. İlk 24 maçının 22’sini kazanan Rockets, tarihinin en başarılı performansını ortaya koyarak normal sezonu 58 galibiyetle tamamlar. Sonrası ise malûm, Houston playoff’larda kıran kırana geçen serilerin ardından ilk şampiyonluğuna, Olajuwon da play-off MVP ödülüne ulaşır. Sonraki yıl normal sezonda biraz tökezleseler de Portland’ın süper yıldızı ve Hakeem’in Houston Üniversitesi’nden kankası, yüce insan Clyde “The Glide” Drexler’ın takıma katılmasıyla finale ulaşarak Penny Hardaway ve Shaquille O’Neil’ın Orlando’sunu süpürüp bir kez daha şampiyonluğa uzanır ve Jordan’sız yılların keyfini doyasıya yaşar. Bir sene sonra Olajuwan’ın muhteşem performansına rağmen ilk 5’teki 4 oyuncu Olajuwon, Drexler, Sam Cassell ve Robert Horry’nin sakatlıkları playoff performanslarını etkiler ve Houston three-peat hayali kurarken Seattle’a elenmekten kurtulamaz. 1995-96 sezonunun hemen ardından diğer bir efsane -Rodman kadar olmasa da biraz deli olan- Charles Barkley takıma katılınca herkes Rockets’ın şampiyonluk sayısını arttıracağını düşünmeye başlar. Ama unutulan konu Houston’ın gerçek anlamda kaliteli bir oyun kurucudan yoksun olduğudur. Ne Matt Maloney ne de Brent Price bu derecede üst düzey bir takımın sorumluluğunu omuzlayamaz. Bu durumda Drexler sahada mecburi oyun kuruculuk yapmak zorunda kalır. Hatta kimi zaman Barkley’le high post playmaking gibi adlandırabileceğimiz setler oynarlar. Hal böyle olunca Houston, ezeli rakipleri Utah’a sonuna kadar mücadele etmelerine rağmen üst üste iki yıl playoff’larda boyun eğer. (Zaten Utah’da basketbola geri dönen Jordan’lı Chicago’ya yenilmekten kurtulamaz.) Devamında Drexler basketbol oynamayı bırakır ama yerine yine NBA’in gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusundan biri olan Scottie Pippen getirilir. Vasat geçen bir sezonun ardından iş playoff’lara geldiğinde Pippen fazla varlık gösteremez ve Rockets ilk turda Lakers’a elenmekten kurtulamaz. Pippen’da bu sezonun ardından takımdan ayrılarak kapağı Portland’a atar. Ardından da Barkley basketbolu bırakır, Olajuwan ile anlaşılamaz ve Houston eski gücünü kaybeder.
Otoriteler, üst üste gelen 2 şampiyonluğun ardından 2-3 All-Star oyuncuya rağmen Houston’ın finallere ulaşamamasının temel nedeni olarak hep oyun kurucu eksikliğini göstermişti. Artık takımda ne Hakeem var, ne Barkley , ne Drexler ne de Pippen. Ama sahip oldukları bir şey var; uzun zamandır özlemini çektikleri gerçek bir oyun kurucu: Steve Francis!!.

TAKOMA PARK’TAN MARYLAND TERRAPİNS’E UZANAN ZOR YOLCULUK
Steve De’Shawn Francis 21 Şubat 1977’de Silver Spring, Maryland’de dünyaya geldi. Annesi Brenda ve anneannesi Mabel tarafından yetiştirilen Steve, çoğu Amerikan genci gibi öncelikle Amerikan futboluna meraklıdır. Basketbolla tanışması ise 9 yaşındayken ancak en yakın arkadaşı Jamal Hutchinson’ın zorlamaları sonucu olur. Jamal’ın basketbol oynamasına özenen küçük Steve, futbol antrenmanlarından sonra basketbol da oynamaya başlar ve bu oyuna giderek kanı ısınır. İlk kulübü olan Takoma Park’ta gecesini gündüzünü o zamanlar en sevdiği açık saha olan Honeybranch’ta geçirir. Bu sırada arkadaşı Jamal onun için gerçekten iyi bir örnektir ve Francis durmadan onun gibi olabilmek için çaba sarf eder. Tam 6 yıl boyunca her gün Amerikan futbolu antrenmanlarından sonra Takoma Park’a gider ve orda coach Tony Langley ile saatlerce çalışır ki Steve’e göre onun Steve Francis olmasında hem Takoma Park’ın hem de Tony Langley’in önemli payı vardır. Langley hırslı, daima kazanmayı hedefleyen ve bunun için tüm gücüyle çalışan biridir ve ister istemez onun bu özelliği Steve’e de geçmiştir. Orta okul yıllarında ise asla iyi bir oyuncu olamamıştır. Francis oldukça çelimsizdir, kısadır, fazla yükseğe sıçrayamaz ve şut atma konusunda fazla yetenekli değildir. Hatta kimi zaman arkadaşlarına alay konusu olur. Toplanıp onun yeteneksizliği ile dalga geçerler. Belki çoğunuz inanmayacaksınız ama Steve 12. sınıfa kadar çembere değmekten acizdir. Bu durum Langley’e sorulduğunda şöyle cevap verir : “Steve ne olursa olsun her zaman yere sağlam basan ve çabuk bir oyuncuydu. Ama çabuk olduğu kadar da zekiydi. Sahada her zaman önce zekasını kullanırdı.” Takoma Park’ta söylenenler eğer doğruysa Steve zamanında bu zekasını biraz da şeytani yönlerde kullanmaktaymış. Mesela kimi maçlarda rakibin pota altından topu başlatacak oyuncusunun yanına gidip “Usta bi saniye ya, şu topta bi tuhaflık var hakeme verelim de değiştirsin” diyerek rakibinin elinden topu alarak turnike attığı ya da maçtan evvel gelip parkeleri söktükten sonra maç başlayınca parkenin parçalarını eline alarak “ Hocam sen bi dur oyunu başlatma bu ne ya böyle elimizde kaldı.” diyerek topu oyuna sokan oyuncuların yanına gittiği ve onlara 5 saniye çaldırtmaya çalıştığı şeklinde rivayetler mevcut. Doğru mudur değil midir bilmiyorum ama Steve gibi “fırlama” bir oyuncudan beklenmeyecek şeyler de değil.
Konumuza geri döndüğümüzde adamımız ortaokul ve lise hayatında hiç iyi bir basketbolcu değildir. Hatta oldukça kötüdür. Lise takımında sadece bir maça ilk beşte başlar. Bu sırada evin tüm maddi yükü sırtında olan annesi Brenda işi dolayısıyla sık sık yer değiştirmekte ve zorunlu olarak oğlunu da yanına almaktadır. Steve sürekli değişen çevresine, arkadaşlarına ve okuluna alışamaz toplam 3 lise dolaştıktan sonra annesine ortaokuldan beri tanıdığı liseye, bir arada başladığı arkadaşlarıyla beraber mezun olmak istediğini söyler. Ve eski okuluna dönmek için yalvarır. Annesi de onu kıramaz ve eski okuluna giderek tekrar kayıt yaptırır. Bu sırada kader Steve’den hayattaki en önemli dayanağını çalacaktır. Çok sevdiği annesi Brenda artık yalnız başına hayata göğüs germenin ağırlığına dayanamaz ve geçirdiği ani bir kalp krizi sonucunda Steve’i hayatın gerçekleri ile baş başa bırakarak bu dünyadan ayrılır. Biricik annesini kaybeden Francis kelimenin tam anlamıyla çöker. Ne yapacağını bilemez bir hale gelir ve akademik kariyerini bir kenara bırakarak bir süre kafasını dinlemek ister. Bir süre sonra ise hayatını tekrar eski haline getirmek için okula geri döner ve kendini Connecticut’ta özel bir akademiye kayıt ettirir. Burada kendini rahat hissetmeyen Steve, Maryland’e geri döner. Tam bu sırada Francis’in iddiasına göre mucizevi bir olay gerçekleşir ve neredeyse 1 günde 10 cm boy atar!! Basketbolda son bir kez şansını denemek için Florida’da düzenlenen AAU turnuvasına katılır. Steve turnuvada hayatında o güne kadar oynamadığı kalitede bir basketbol ortaya koyar ve Texas San Jacinto Junior College onu okula kabul eder. İlk senesinde takımını 32-1’lik galibiyet oranı ile NJC turnuvası finallerine taşır. 12.5 sayı, 7.5 asist ve 7.5 ribaund ortalamaları ile oynadığı bu sezonda bölgesel karmanın ilk beşine seçilir. Bir süre sonra kendisini adeta annesi gibi seven anneannesi de hastalanınca Steve, mecburi olarak ona yakın olmak için Allegany Community College’a geçer. Burada takımını NJCC turnuvası finallerine namağlûp olarak taşır ki bu bir ilktir. 25.7 sayı, 8.7 asist, 7.1 ribaund ve 5.3 top çalma ortalamasına ulaşırken attığı 885 sayı, 204 serbest atış ve yaptığı 187 top çalma ile bu kategorilerin hepsinde okul rekorunu kırar. Steve artık bir dönüm noktasına gelmiştir. Maryland doğumlu her gencin rüyasını süsleyen Maryland Üniversitesi sağladığı basketbol bursu ile kapılarını sonuna kadar ona açmıştır. Bu sırada Maryland Terrapins’te kurt coach Gary Williams, takıma ekol yaratma çabasıyla o sene şampiyon olan kadronun çekirdeğini oluşturan oyuncularla ilgilenmektedir. Steve kısa zamanda Coach Williams’ın gözüne girmeyi başarır. Zaten kaliteli oyun kuruculara önem veren Williams, onunla özel olarak ilgilenerek savunmasını geliştirmesine yardım eder. Steve hocasına borcunu Maryland’i NCAA turnuvasında Sweet 16’e taşıyarak öder. NCAA Division I‘da geçirdiği tek sezonunda 17.0 sayı ve 2.8 top çalma ortalamaları yakalar ve Sports Illustrated dergisi tarafından All-American seçilir. Böylece Francis, 3 ayrı okulda 3 ayrı sezon geçirir ve sonuncusunda All-American seçilerek bir çok NBA menajerinin ilgisini çeker.

YENİ IVERSON
Steve, Maryland’le sadece ama sadece bir yıl geçirmesine rağmen herkesin dikkatini çeker. Bu çocuğun eli düzgündür, vasatın üstünde savunma yapar, mükemmel bir sıçrama yeteneğine sahiptir. Kimsenin tahmin etmediği ve zor anlarda spektaküler smaçları çok rahatlıkla yapabilmektedir. Üstüne üstlük bu yeteneklere sahip çoğu oyuncu gibi bencil değildir ve zekası ile takımını sahada yönlendirebilir. Bu meziyetleri bir arada gören NBA scoutlarının ve menajerlerin iştahı bir anda kabarır ve Francis’e yakıştırılan yafta hazırdır: Yeni Iverson!!

“Stackhouse’un ya da Iverson’ın yaptığı gibi her maçta 35-36 tane şut kullansaydım şu an 60 sayı ortalaması ile NBA’in sayı kralı olurdum.”

Iverson benzetmesi Steve için gerçekten gurur okşayıcıdır çünkü o sıralarda Allen ligin tozunu atmakla meşguldür. Ama Francis ile Iverson’ın basketbol stillerini bire bir benzetmek bence pek doğru bir teşhis değildir. Iverson, Francis’e kıyasla biraz daha hızlıdır. Francis, Iverson gibi cross-overların canını çıkartmaz. Ama temel fark Iverson point guard oynadığı ilk dönemlerinde bile önce sayı atmayı sonra sayı attırmayı düşünmüştür. Steve’in önceliği ise takımını oynatmaktır. Bu durum fark edilince bu sefer de “Asist yapan Iverson” gibi garip bir benzetmeye gider kimi yazarlar. Ama ikili arasındaki fark, atılan şut sayılarına bakıldığında yine bariz bir şekilde ortaya çıkar. Iverson kimi maçlar neredeyse 40 şut kullanırken Francis çok daha mütevazı bir şekilde bu sayının yarısı hatta yarısından da azı civarında atış yapmayı tercih eder. Francis’e bir oyuncu için kullanılması gereken ideal şut sayısı olup olmadığı sorulduğu zaman şöyle cevap verir: “Jerry’nin ya da Allen’ın yaptığı gibi maçta 35-36 tane şut kullanılmasına karşıyım. Zaten eğer bir maçta 35 şut kullanıp da 30 sayı atamazsanız size yuh derim. Ben şahsen genelde 20 şutun üzerine çıkmamayı tercih ediyorum zaten yanılmıyorsam şu ana kadar sadece bir kez 29 şut attım. Öyle 36 şut falan kullansaydım maç başına sanırım 60 sayı ortalamasını bulurdum. En azından 10 tane üçlük rahat atardım alın size 30 sayı, 9-10 sayı da faul atışlarından bulsam bir de bunlara 10 tane ikilik eklesem alın size 60 sayı.” Steve uçtun be adamım ne yaptın sen!! 60 sayıyı kim kaybetmiş de sen buldun!!.. Tabii Steve her zaman olduğu gibi bu 60 sayı ortalaması işinde de fazla ciddi değildir. “Bana 20 sayı yeter de artar önemli olan takımımı oynatmam çünkü yaptığım her asist sonrası sayıyı sanki ben yapmışım gibi hissediyorum yani maç başına 6 asist yapsam 12 ekstra sayı daha atıyorum. Zaten benim öyle takımda tek tabanca olmak gibi bir arzum yok. Bu lige bir Vince bir de Kobe yeter. Bu lafımı yanlış algılamayın kötü bir şey kastetmiyorum. Çünkü takımlarının onlara yüklediği misyon, onlardan beklentisi bu. Mesela Ben Vince’i çok seviyorum sıkı herif. Çok da iyi smaç basıyor hem üstelik adamın forması da güzel bizim beyaz çizgili formaları pijamaya benzetmeye başladım.” İşte Steve’in en sevilen özelliklerinden biri de hem matrak hem de geyik bir NBA oyuncusu olması.

“Tanrım lütfen ben olmayayım. Üçüncü sıradan seçilmeye razıyım hatta dört ya da beş bile olabilir ama lütfen beni Vancouver seçmesin.”

DRAFTTA BİRİNCİ TUR, İKİNCİ SIRADAN SEÇİLİNCE BUNALIMA GİREN ADAM!!
1999 Draftına girilirken ön plana çıkan iki isim vardır. Duke Blue Devils’in yıldızı Elton Brand ve Maryland Terrapins’le yıldızı parlayan Steve Francis. Draft gecesi birinci sıradan Elton Brand seçilir. İkinci sıradan Vancouver’ın kimi seçtiği açıklanmadan evvel Steve dua etmektedir: “Tanrım lütfen ben olmayayım. Üçüncü sıradan seçilmeye razıyım hatta dört ya da beş bile olabilir ama lütfen beni Vancouver seçmesin.” Ve İkinci sıradan seçilen isim açıklanır: Maryland Terrapins’ten Steve De’Shawn Francis!! O an Steve’in dünyası yıkılır. Podyuma çağrıldığında bir gariptir. Gülümsemeye çalışır ama pek beceremez. En çok gitmek istemediği şehrin takımı onu seçmiştir. Üstelik takımda Mike Bibby gibi yıldız bir guard da mevcuttur. Şimdi anneannesinden uzağa soğuk Vancouver’a nasıl gidecektir?? Onu da yanına alsa soğuk iklim kadıncağızı daha fazla hasta edebilir. Gitmese belki hayatının en büyük fırsatını tepecektir. Francis hızlı bir seçim yapar. Grizzlies yöneticilerine kesinlikle takımda oynamayacağını Kanada’ya gitmeyeceğini ve hemen takas edilmek istediğini söyler. Eli kolu bağlanan Grizzlies yöneticileri de 3 takımın dahil olduğu bir takasa yanaşmak zorunda kalır. Vancouver, Steve Francis ve Tony Massenburg karşılığında Houston’dan Michael Dickerson, Othella Harrington, Brent Price, Antoine Carr ve gelecek yıllarda kullanmak üzere bir de birinci tur draft hakkı alır. Rockets, Orlando’dan Don Mc Lean’ı kadrosuna katarken Orlando da Vancouver’dan Michael Smith, Rodrick Rodes, Lee Mayberry ve Makhtar N’diaye‘yi Florida’ya getirir. Steve bu takastan oldukça memnundur. Soğuk ve ligin en kötü takımı Vancouver yerine şampiyonluğa oynamayı seven sıcak iklimli Houston’a transfer olmuştur.

PAYLAŞILAN ÖDÜL
Çaylak sezonunda lige bomba gibi girip oynadığı 77 maçın 77’sinde de ilk beş olarak maça başlayan Francis, 18.0 sayı, 6.6 asist, 5.3 ribaund ve 1.53 top çalma ortalamalarını yakalar. O kadar spektaküler oynamaktadır ki All-Star hafta sonundaki Slam Dunk yarışmasına çağırılır. Finale kadar gelerek Vince Carter’ın karşısına çıkan Francis, NBA tarihinin belki de en zevkli Slam Dunk yarışmasında Carter’a kaybeder ama inanılmaz bir hayran kitlesi kazanır. İlk sezonunda Steve’i en çok üzen olay draft gecesini unutmayan Vancouver seyircisinin kendisine karşı verdiği tepkidir. Sahaya ısınmaya çıktığı anda yuhalanmaya başlar. Seyirciler “Hain Francis, Satılık Adam, Korkak” gibi onlarca pankart açar. Buna rağmen Francis uzatmaya giden ilk maçta 24 sayı, 10 asist ve 9 ribaund ile oynayarak takımını galibiyete taşır. Kaybettikleri ikinci maçta ise Grizzlies potasına 30 sayı bırakarak seyirci baskısından etkilenmediğini gösterir. Ayrıca kariyerinin ilk triple-double’ına inanılmaz rakamlarla Golden State karşısında ulaşır; 25 sayı, 17 ribaund, 14 asist.
Houston’ın 34-48’lik galibiyet oranı ile playoff’lara kalamamasına rağmen Rockets taraftarı umutludur çünkü takım Brand’le beraber yılın çaylağı ödülüne ulaşan Francis gibi geleceğin süper starlarından birine sahiptir. Bu arada Steve, NBA’de Maryland’de kullandığı 23 numaralı forma yerine Iverson gibi 3 numarayı tercih eder çünkü Houston, Calvin Murphy’nin giydiği 23 numaralı formayı emekliye ayırmıştır. Tıpkı bu yıl Maryland’in 17 Şubat’ta Francis’in 23 numaralı formasını emekli ettiği gibi!.

PAZARA KADAR DEĞİL, MEZARA KADAR. AYRILMAK YOK TARİH STEVE’İ YAZANA KADAR
Ertesi yıl Steve daha başarılı bir performans ortaya koyarak ortalamalarını 19.9 sayıya ve 6.9 ribaund’a çıkarırken 6.5 asist ile bir kez daha ligin en önemli pasörlerinden biri olduğunu kanıtlar. Francis sezon boyunca 45 kez 20 sayının, 6 kez de 30 sayının üzerinde skor üreterek takımını sürükler. 24 kez double-double yapar. Bu arada Houston tarihinde bir ilk olarak takım içinde hem sayı, hem asist hem de ribaund kategorilerinde zirveye çıkan ilk isim olur. Toplamda ise 15 kategoride takımını sürüklemektedir. Ayrıca NBA tarihinde de bir ilke imza atarak bir sezonda aynı anda 500 asist ve 500 ribaund barajını geçebilen en kısa oyuncu olur. Kariyerinin en yüksek skoru olan 36 sayıya sadece 16 şut kullandığı 5 Aralıktaki Dallas maçında ulaşır. All-Star Çaylak maçında Sophomore takımında 20 sayı atarak kalitesini bir kez daha gösterir. Tüm bunlar taraftarları gelecek için daha da umutlandırır ve Steve Francis‘i artık. Steve “Franchise” olarak çağırmaya başlarlar. Takım önceki senelere göre bir yükseliş gösterip 45 galibiyet kazansa da Doğu Konferansından çok daha güçlü olan Vahşi Batı’da playoff’lara kalmayı başaramaz. NBA tarihinde ilk kez % 50 galibiyet yüzdesinin üzerine çıkmış bir takımın playoff’lara katılamaması da zaten Batının, Doğuya kıyasla ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır.

ÇARESİ BULUNAMAYAN BAŞ AĞRILARI!
Bu yıl Steve için oldukça zorlu geçen bir yıldı. Ligde bir çok maçı sakatlıkları dolayısıyla kaçırdı. Öncelikle doktorların aylarca nedenini tam olarak saptayıp tedaviye geçemediği migren ağrıları onun performansını yarıya indirdi hatta bir ara öyle bir hale geldi ki Steve kendinde sahaya çıkacak gücü bile bulamıyordu. Bu halini hepimiz All-Star hafta sonunda fazlasıyla izleme fırsatı bulduk. Taraftarların oyları ile ilk beşe seçilerek ilk kez All-Star olan Francis, ne Slam Dunk yarışmasında beklenilen hareketleri gerçekleştirebildi ne de All-Star maçında klasını ortaya koyabildi. Buna rağmen oynama fırsatı bulduğu 57 maçta 21.6 sayı, 7.0 ribaund ve 6.4 asist ortalaması tutturarak ölüsünün bile iş yapacağını gösterdi. Sezonun sonuna yaklaşıldığında Francis bir de omzundan sakatlanıp ameliyat olunca Houston yönetiminin de tavsiyesi ile bir süre ünlü Mayo Kliniğinde kalarak hem kolu için uygulanan rehabilitasyon programlarına katılır hem de doktorlar Francis’in migren ağrıları konusunda daha fazla test yapma olanağı bulur. Bu süreyi yatakta Destiny’s Child dinleyerek geçiren Steve’in probleminin iç kulağındaki sıvının miktarının normal değerleri tutmaması olduğu anlaşılır. Bu arada lafı geçmişken Steve fanatiklik derecesinde bir Destiny’s Child hayranıdır. Fanatikliğinin derecesini ifade etmek gerekirse, Gani Müjde için Naomi, benim için NEBL dans takımı neyse, Steve için de Destiny’s Child’daki ablalarım aynı önemi taşımaktadır!

HOUSTON VE FRANCİS İÇİN ÖNEMLİ YOL AYRIMI
Bu yıl Houston yönetimi önemli bir karar vermek zorunda. 2003 yılında takımın şu an geleceği olan Steve FA olacak ve Steve takımdan verilebilecek maximum ücreti istemekte ki bu da yaklaşık 7 yıllığına 90-95 milyon$ bir ücret olacak. Şu an 4. 4 milyon $ alan Francis’e acaba Houston yönetimi dilediği rakamı verecek mi? Eğer Steve takımdan ayrılırsa Steve’in en yakın arkadaşı Cutino Mobley üzerine kurulacak bir takım büyük bir ihtimalle seyirciyi fazla tatmin etmeyecektir çünkü yapılan bazı oylamalarda Houston’ın gelmiş geçmiş en sevilen oyuncusu olarak seçilen birinin takımdan ayrılması taraftarın büyük tepkisini çekecektir.
Gelecek sezon hakkında sön sözü Steve’e bırakacak olursak şöyle demektedir: “Bu yıl All-Star seçilmeme rağmen performansımdan memnun değilim. Sahada yüreğimin %100 ‘ünü ortaya koyamadım. Eğer biri Houston’a saldıracaksa bana saldırsın. Çünkü bunu hak eden tek kişi benim. Herkes gelecek yıl bizi izlesin. Yüreğimizle kimsenin tahmin bile edemeyeceği işler yapabiliriz. Takımımı playoff’lara taşıyamadığım sürece ‘Franchise’ lakabını hak ettiğimi söyleyemem.”
Bu çocukta yetenek var, liderlik özelliği var ve iyi bir kişilik de var yani basketbola yeni başlayanlar için örnek alınması gereken her tür niteliğe sahip. Üstelik her yıl Takoma Park takımındaki minikleri 6 kez tüm masraflarını kendi karşılamak üzere çeşitli turnuvalara gönderiyor ve fırsat buldukça da onlarla vakit geçiriyor. Sanırım NBA artık haşhaşçı, psikopat yıldızlar yerine bu tür oyunculara gerçek hakkını vermeli.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla