Tekil Mesaj gösterimi
  #45 (permalink)  
Alt 03.03.10, 14:36
Crimson Lady - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Crimson Lady
My Perfect Circle
 
Kaydolma: 28.08.09
Kadın - 33
Mesajlar: 4.346
Teşekkürler: 379
Üyeye 847 kez teşekkür edildi
Standart Cevap: Kalpten mi severiz yoksa beyinden mi?

Prof.Dr.Cengiz KUDAY

Yüzyıllar boyunca insan, zihni ve onun beyinle olan ilişkisi, hekimleri olduğu kadar filozofları ve şairleri de ilgilendirmiştir. Bu konuda bir nöroşürirjiyenin bakış açısı ise doğal olarak beyin hastalıklarının teşhis ve tedavisi ile dolu geçirilen her bir günün zaman içinde oluşturduğu bireysel deneyimlerin ışığında olacaktır.

Her yeni günü hep yeni hastalar anlamına gelen rutin pratiğimiz boyunca bilinç seviyesinin çeşitli derecelerde bozulduğu sayısız durumla karşılaşırız; beyin ve zihin hastalıkta olduğu kadar iyileşme sürecinde da nasıl birbirine paralel durduğuna hep tanık oluruz.

Fakat beynin hangi yapısı, hangi bölgesi zihnimize aittir ve bütün zihinsel fonksiyonlarımızdan sorumludur, işte bu soruya henüz mutlak bir yanıt verebilmiş değildir.

Hareket, görme, işitme, dokunma, konuşma ve başka birçok beyin merkezinin yerlerini biliriz, ancak bütün bunların mükemmel bir koordinasyonu tam olarak nerede oluyor ve belleğimizle işbirliği içinde bizim zihnimizi oluşturuyor, bunu henüz gösteremiyoruz.

Sözünü ettiğimiz merkezler tanımlanmış fonksiyonların ortaya konmuş yapılarıdır, ne yazık ki zihnimiz söz konusu olunca varlığından hiç kuşkumuz olmayan bir işlevin hayat bulduğu yapı bu denli ortaya konamamaktadır.

Tarih boyunca zihnin beyinden ayrı bir yere yerleştirilmesi, yani bütün bu tarihi ikilem de sanırım bu sisli çizgide doğmaktadır. Sherington şöyle der: “ Düşünceler, hatıralar ve duygular tarafından anlam kazandırılan zihnimizi bütün diğer fiziksel şeyler gibi onlarla aynı sınıfa sokmak çok zordur.”

Antik çağlardan günümüze filozofların insan zihninin doğasına ve bellek ile olan yakın ilişkisine ilgi duymuşlardır. Aristo’ya göre kalbimiz bütün duyularımızın ve duygularımızın merkezidir. Ve bu inanç günümüze kadar süren öylesine derin bir etkiye sahiptir ki kalben teşekkür etmek ya da kalben inanmak gibi deyimler bu inanışın uzantılarıdır. Oysa Hipokrat, Aristo’dan çok önce kalbin düşünebilen bir organ olmadığını, mutluluk ve bunun ifadesinin de, üzüntülerimiz ve gözyaşlarımızın da yalnızca beynimizden kaynaklandığını, beynimiz yolu ile düşündüğümüzü, gördüğümüzü, işittiğimizi, güzeli-çirkini, iyiyi-kötüyü ayırt edebildiğimizi söylemiştir. Yüzyıllar sonra bu kez Decartes, düşünmeyi vücuttan ayrı etkinlik olarak tasavvur etmiş, zihni beyinden ve vücuttan ayıran düalist kavramını geliştirmiştir.

Oysa bugün su götürmez biçimde biliyoruz ki vücut ile zihin birbirlerinden öyle keskin sınırlarla ayrılmıyor. Akıl yürütmek gibi, ahlaki yargılarımız gibi, fiziksel acılarımız ya da duygusal karmaşamız gibi zihnimizin en incelikli işlemlerini biyolojik organizmamızın yapı ve işleyişinden ayrı tutmamız olası değil. Vücutla beynin bütünlüğü, fiziksel ve sosyal çevreyle tamamen etkileşim halinde insan zihnini oluşturmakta ve duygularımız da bu oluşum içindeki vazgeçilmez yerini almaktadır.

Nasıl ki düşünmek ve hissetmek bize var olduğumuzu hatırlatıyor ise işleyen bir organizmamız olmadığında da zihnimizin bütünlüğü söz konusu olamıyor.

Beyin işlevlerini düne göre çok iyi bildiğimiz bugün, kalbin yalnızca pompa olduğu düşüncesi de o derece yalınkat kalıyor.

Biz elbette yürekten sevmeyi de, yürekten teşekkür etmeyi de sürdüreceğiz ve kimi zaman kalbimiz kırılacak ve kalpsizlikle suçlayacağız kalbimizi kıranları… Sözünü ettiğimiz kalbin anlamı ise yalnızca “teşbih” olmaktan çok öte, yüzlerce yıl öncesinden günümüze ulaşan insani inançlarımız.




*Bu yazıyı internetten buldum. Kendi fikrimi söylemem gerekirse, Hipokrat'a katıldığımı belirtmek isterim. Yani, bütün duyular önce beyinden sinyaller alarak harekete geçer ve işin duygu boyutuna ulaşmak için kalbe yönlendirilir.
Alıntı ile Cevapla
Teşekkür Edenler: