KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Spor > Basketbol


Basketbol - Basketbol hakkında her şey burada!


Cevapla
 
Seçenekler
  #21 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:10
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Dirk Nowitzki
1930’lara doğru zamanda bir yolculuk yapıyoruz; Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi dünya siyaset tarihinin o güne kadar şahit olmadığı propaganda faaliyetleriyle iktidarı ele geçirmiş durumda. Tereyağı fabrikaları silah atölyelerine çevrilmiş; güçlenen III.Reich, Versailles’ı yırtıp atarak Hitler’in meşhur “lebensraum” yani Alman ırkı için Doğu’da hayat sahası yaratma projesiyle II.Dünya Savaşı’nı başlatmış ve Alman orduları yıldırım savaşlarıyla Avrupa’da hızla ilerlemekte. Müttefik ordularını gafil avlayan bu savaş tarzının en önemli parçası ise müttefik kuvvetlerin tanklarına göre çok daha uzun mesafeli atışlar yapabilen, çok daha hızlı, çevik ve üstüne üstlük daha güçlü olan Alman panzerleriydi!! Bugün yine bir “Alman yapımı” ortalığın tozunu atıyor. Tıpkı bir panzer gibi rakiplerini uzaktan yaptığı bombardımanlarla etkisiz hale getiriyor.

Alman Panzerleri deyimi yukarıdaki hikayeden gelmekte. Bir başka Alman panzeri ise, kuvvetinin yanında hızlı çevik ve yine bir panzer gibi neredeyse durdurulması imkansız: Onun adı Dirk Nowitzki!!

Dirk Werner Nowitzki, 19 Haziran 1978 Wurzburg-Almanya’da dünyaya geldi. Dirk’ün annesi Helen Alman milli takımına kadar yükselmiş bir basketbolcu, babası Joerg ise profesyonel bir hentbol oyuncusuydu. Herhalde Nowitzki’nin spora olan yatkınlığını biraz da genlere bağlarsak çok da yanılmış olmayız. Dirk’ün ailesiyle yaptığı küçük basketbol maçları zamanla bir tutkuya dönüştü. Nowitzki neredeyse kendisine işkence edercesine durmadan basketbol çalışıyordu. Ama limitlerini ne kadar zorlarsa zorlasın kendisine ilham veren bir isim vardı. Her akşam başarabileceğini düşünerek, bir gün onun gibi olabileceğini hayal ederek uykuya dalıyordu. Kim olduğunu merak ettiğiniz bu oyuncu çoğunuzun tahminlerimizin aksine ne Magic Johnson ne Larry Bird ne de Michael Jordan’dı. Dirk gençliğinde tam anlamıyla bir Pippen hayranına dönüşmüştü: “Almanya’da neredeyse haftada iki kez Bulls maçlarını gösterirlerdi. Ben de bu maçları sürekli izlerdim. İşte o zamanlarda Scottie’nin oyununa aşık oldum. Basketbolu o kadar zarif oynuyordu ki. Hareketleri, post’ta yaptıkları, mükemmel savunması ve ne zaman isterse dilediği yerden şut atabilmesi büyüleyiciydi.


Geschwinder’den işkenceyi aratmayan antrenmanlar
Eski Alman milli takımı oyuncusu ve manevi babası Holger Geschwinder’in koruyucu kanatlarının altında olgunlaşan Nowitzki, kendisini günden güne geliştirdi. Geschwinder, 15 yaşından beri Dirk’ün hem kişisel antrenörlüğünü hem de akıl hocalığını yapmakta: “O olmasaydı bugün bulunduğum yerde olamazdım. Bana nasıl şut atmam, nasıl hareket etmem, nasıl oynamam gerektiğini öğretti. Her şeyimi ona borçluyum. O adeta benim ikinci babam gibi”. Geschwinder Nowiztki’yi eğitirken gerçekten çok farklı metotlar kullandı. Mesela geçen sezon playoff’ta Nowitzki’nin savunmasını beğenmeyince hemen ona özel bir eskrim kıyafeti diktirip bir Alman eskrimciden dersler aldırdı. Zavallı Nowitzki’nin yaşadıkları bu kadarla kalsa yine iyi. Geschwinder onu amuda kaldırıp tüm sahada yürütmekten tutun da tek ayağı üzerinde dakikalarca sıçratmaya kadar bir çok değişik antrenman metodu uygulamakta. Her ne kadar Geschwinder’in metotları ilk başta tuhaf gözükse de yaptığı her şeyin bir nedeni var. Eskirim çalışmasının nedeni Nowitzki’nin ayak hareketlerini çabuklaştırarak savunmada çabuk yer almasını sağlamaktı. Tek ayak üzerinde sıçrama ve amuda kalkma hareketlerinin nedeni ise Dirk'ün eklemlerini daha sonra ağırlık çalışırken alacağı kilo için hazırlamaktı. Holger Geschwinder’e göre önce oyuncu çeşitli tekniklerle güçlenmek zorunda ancak bundan sonra kaslar geliştirilebilir. Ve NBA’de çoğu coach bunun tersini uyguluyor. Bu yüzden de oyuncular dengesiz gelişimleri nedeniyle sakatlanmakta. Geschwinder çoğu kez Dirk’e ağırlık çalıştırmak isteyen coachlarla kapışarak onun fiziksel gelişiminin baltalanmasını engelledi. Belki de Dirk, bugün hantal bir pivot değil de adeta Bird’ün “millenyum versiyonu” olmasını buna borçlu. Geschwinder’in bir diğer amacı da Nowitzki’nin sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda da zihinsel olarak gelişmesiydi. Bunun için Dirk’e lisedeyken önce özel matematik öğretmenleri ayarladı. Nowitzki fiziksel olarak yorulup antrenman yapmak istemediği zaman da Geschwinder hemen satranç tahtasını kaparak küçük “çekirgesine” rakiplerinin hamleleri karşısında nasıl düşünmesi gerektiğini felsefi yaklaşımlarla öğretti. Nowitzki’nin yükselişi ise 1958’den beri dünyanın en yetenekli genç oyuncularını karşı karşıya getiren uluslararası Albert Schweitzer Turnuvası’nda (1996) oldu. Jermaine O’Neal ve Baron Davis’in şov yaptığı, Kevin Freeman’ın ise skorer oyunu ile MVP seçildiği bu turnuvada sıska, uzun boylu bu Alman da dikkatli gözler tarafından yakın takibe alınmaya başladı.




Dirk, just do it!
Kendi şehrinin takımı DJK Wurzburg’da kariyerini başlatıp geliştiren Dirk, 1997-98 sezonunda takımını Alman 2.liginde şampiyon yaparak 1.lige çıkarttı. Aynı yılın yaz aylarında ise Nike Summit-Hoop turnuvasında genç uluslararası yıldızların oluşturduğu karma takıma davet edilerek Amerikan karmasına karşı mücadele etti. Eminem üstadımızın da dediği gibi “Şans insanın karşısına belki hayatı boyunca bir kez çıkar”. Nowitzki işte karşısına çıkan bu şansı en iyi şekilde kullanarak

San Antonio’da oynanan maçı 33 sayı, 14 ribaund ve 3 top çalma ile tamamlarken karşılaşmayı izleyen tüm scoutları kendisine hayran bırakıyordu.

Vahşi Batının Koyboyları: Dallas Mavericks
Nedendir bilmem aklıma çocukluğumdan beri Dallas dendiğinde hep bir zamanların meşhur Dallas dizisi, en masum hareketlerinin altında bile kesinlikle bir dolap döndüren, ekranların en kötü şahsiyeti olan JR, Redneck’ler ve Cumhuriyetçiler gelir. Dallas 1980-81 sezonunda expansion Drafta katılarak NBA’e dahil olunca genelde NBA’e sonradan ilave olan takımların tersine hızlı bir gelişim gösterdi ve Mavericks ilk 10 sezonunda tam 6 kez .500 galibiyet barajını geçti. Sonraki 9 sezon ise tam anlamıyla bir faciaydı. Mavs bu sezonların hiçbirinde .488’i geçemeyerek toplamda 11 sezon playoff’a kalamama “becerisini” gösterip adını 1990’ların en kötü profesyonel spor takımları arasına yazdırıyordu. Aslında günümüze dönersek Dallas coach’u Don Nelson, hayatının belki de en büyük sürprizi ile karşı karşıya. Çünkü çok değil daha üç yıl önce Nelson, sonu gelmeyen mağlubiyetlerden bıktığı için “yaş kemale erdi” diyerek kariyerini bitirme planları yapmaktaydı. Mavericks’e bu dönemde bir çok yetenekli ama sorunlu oyuncu gelip geçmişti. Don Nelson ise tüm bu yıkıntının içinde takımını kurtarmakla uğraşırken oldukça yıprandı. Oluşan bu kaos ortamı, büyük ümitler ve hayallerle takıma katılan Jason Kidd, Jamal Masburn, Jim Jackson gibi yetenekli gençlerin Dallas’tan şutlanmasına neden olmuştu. Bir çok oyuncu ise topun ağzındaydı ki iki olay Dallas’ın kaderini baştan aşağıya değiştiriyordu. Önce 1998’de Milwaukee Bucks’ın büyük gafletiyle yapılan bir trade’de takıma Robert Traylor karşılığında draftta 9.sırada seçilmiş Dirk Nowitzki kazandırıldı. Sonra Mavs, 2000 yılının Ocak ayında Marc Cuban tarafından satın alındı.

“O benim bugüne kadar 19 yaşında gördüğüm en iyi oyuncu. Eğer seçimi ben yapsaydım kesinlikle onu birinci sırada seçerdim!” Don Nelson




Nowitzki kumarı
Dirk Nowitzki 98 draftında 9.sıradan seçilip Dallas’a takas olduğunda yazarların kafası karışmıştı. Nowitzki onlara göre alt tarafı Alman İkinci Ligi’nde oynayan bir veletti. Belki yetenekli olabilirdi ama Nike Hoop-Summit Turnuvasında ve Avrupa’nın basketbolda pek de umursanmayan bir ülkesinin ikinci liginde biraz iyi oynadı diye bir oyuncunun NBA’de yıldız olabileceği ihtimali kimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu. Traylor-Nowitzki takası sonrası kimi
....



Herhalde bugün coach Nelson o yazıları eline alıp okuyunca katıla katıla gülüyordur! Zaten Nelson, Nowitzki’yi en başından itibaren ne kadar beğendiğini şu sözleriyle kanıtlamakta: “O benim bugüne kadar 19 yaşında gördüğüm en iyi oyuncu. Eğer seçimi ben yapsaydım kesinlikle onu birinci sırada seçerdim!”. Dilerseniz o yılki draftın ilk üç sırasında seçilen isimleri yorum yapmadan bir hatırlayalım. 1.sırada L.A Clippers Michael Olowokandi’yi, 2.sırada Vancouver Mike Bibby’i, 3.sıradaki Denver ise Raef LaFrentz’i seçmişti. Artık Don Nelson’ın haklı olup olmadığını sizlere bırakıyorum.

Cuban’lı Dönem

Nowitzki NBA’deki kariyerine biran önce başlamak için sabırsızlanıyor olsa da NBA’de devam eden lock-out nedeniyle sezonun başlangıç tarihi bir türlü belirlenemiyordu. Bu koşullar altında Nowitzki lig başlayana kadar Almanya’ya geri dönerek DJK Wurburg’da maçlara çıkmaya karar verdi. Stern ve Ewing anlaştığında ise Nowitzki, Almanya’da 22.9 sayı ve 8.4 ribaund ortalamalarıyla oynamaktaydı. Nowitzki, -Nelson’ı eleştiren gazetecileri sevindiren bir şekilde- aslında çaylak sezonuna çok da parlak istatistiklerle başlamadı. En azından bugün olduğu gibi büyük bir oyuncuya dönüşebileceği tahmin edilemiyordu. Dirk, o sezon 47 maçta görev alırken yaklaşık olarak maç başına sahada kaldığı 20.2 dakikada 8.2 sayı ve 3.4 ribaund ile oynamıştı. Bu arada Michael Finley’nin çabalarına rağmen kötü gidiş devam ediyor ve Mavs oynadığı 50 karşılaşmanın 36’sından mağlup olarak ayrılıyordu. Dallas Mavericks’in 1999-00 sezonuna da 9 galibiyet ve 23 mağlubiyetle çok iyi bir başlangıç yaptığını söyleyemeyiz. Ama 14 Ocak 2000’de Marc Cuban’ın takımı satın almasıyla beraber Dallas tarihinde de yeni bir sayfa açılacaktı.

“Cuban gelince her şeyi baştan aşağı yeniledi. Bizim her şeyimizle tam olarak ilgileniyordu ki yenilgi için hiçbir bahanemiz kalmasın. Bize kalan tek şey sahaya çıkıp rakiplerimizi yenmek. Yeni bir uçağımız ve muhteşem bir salonumuz var. Ve Dallas adeta bizim için değişerek bir cennet haline geldi. Hayatımın en iyi günlerini yaşıyorum ve her dakikasından keyif almak istiyorum.” Dirk Nowitzki

Cuban başkan Dallas Şampiyon!!
Aslına bakarsanız Dallas tarihini BC (Before Cuban- Cuban’dan önce) ve AC (After Cuban-Cuban’dan sonra) olarak kategorize edebiliriz. Eğer Marc Cuban’ı tek bir kelimeyle tanımlamamız gerekirse “manyak”, “kaçık”, ”çılgın”, “uçuk” gibi sıfatlardan önce kullanmamız gereken ilk söz “dahi” olurdu. Zaten ne derler bilirsiniz: “Delilik ile deha arasında ince bir çizgi vardır”. Cuban da son yılların en büyük bilgisayar dahilerinden birisi. 1983’te kurucusu olduğu Micro Solutions şirketini Compu Serve‘e yaptığı büyük satışla ünlendi. Sonraki yıllarda Broadcast.com’da internet’in bir numaralı multimedya araçlarını üretirken bu şirketini de dev bir anlaşmayla 1995’te Yahoo’ya satarak milyonlarına milyon dolarlar kattı ve Amerikanın en genç milyarderleri arasında kendisine yer buldu. Cuban günümüzde büyük bir multimedya-network holdinginin patronu. Sahip olduğu şirketlerde bilgisayar teknolojisinden kablolu TV yayınına kadar bir çok alanda teknoloji üretilmekte. Tabii para basan bu şirketlerin başındaki Cuban da genç yaşta gelen zenginliğin keyfini sürmekte. Düşünsenize dünya üzerinde kaç insan nette dolaşırken hoşuna giden bir jeti 40 milyon$ ödeyerek internet üzerinden satın alır!! Cuban kablolu televizyonda kendisine ait gayet matrak bir televizyon şovuna da sahip bulunmakta. Bu arada geçtiğimiz aylarda bir başka ilki gerçekleştirerek Full Throttle” -yani Türkçe meali ile “tam gaz” anlamına gelen- bir çizgi roman dizisinde Dallas’lı oyuncularla birlikte dünyayı kötü güçlerden kurtarmakta. Tabii adamcağızda para bol saç saç bitmiyor. İşin daha da komik yanı Cuban işi azıtarak derginin çizerleriyle beraber kitapçı kitapçı dolaşarak baş rolde olduğu bu çizgi romanı imzalıyor. Kim ne derse desin Cuban, bence NBA’in en eğlenceli başkanı ve en iyi başkanlarından da birisi. Karizmasıyla kimi zaman takımı bile gölgelemekte. Hele David Stern’le giriştiği laf dalaşları ve sonrasında aldığı cezalar başlı başına bir yazının konusunu oluşturmakta. Lüks vergisi karşısındaki umursamaz tavrından ise burada bahsetmiyorum bile. Yalnız Cuban’ın bir diğer yönü daha var ki tüm kulüp yöneticilerimizin dikkatle okumasını rica ederim. Marc Cuban yılda bir kaç yüz milyon dolar vergi vermekte. Ama Espn’deki bir röportajında “verdiği verginin 1 dolarıyla bile toplum için bir kamu hizmeti sağlandığını düşündükçe mutlu olduğunu.” söyleyecek kadar da sorumlu bir vatandaş!!

Diriliş
Cuban takımın sahipliğini devraldıktan sonra Mavs bir anda dirildi ve kalan 50 maçın 31’inden galip ayrıldı. Dirilen tek şey takım olmamıştı. Nowitzki’nin istatistikleri ise 17.5 sayı ve 6.5 ribaund’a yükselmişti. Bu arada kaydettiği 116, 3 sayılık şut isabetiyle de Dallas tarihinde bu kategorinin 4. sırasında kendisine yer bulmasının yanı sıra All-Star Haftasonunda da takımını temsil ediyordu. Nowitzki, Cuban’la gelen değişimi şu kelimelerle anlatıyor: “Cuban gelince her şeyi baştan aşağıya yeniledi. Bizim her şeyimizle tam olarak ilgileniyordu ki yenilgi için hiçbir bahanemiz kalmasın. Bize kalan tek şey ise sahaya çıkıp rakiplerimizi yenmek. Yeni bir uçağımız ve muhteşem bir salonumuz var. Ve Dallas adeta bizim için değişerek bir cennet haline geldi. Hayatımın en iyi günlerini yaşıyorum ve her dakikasından keyif almak istiyorum.” Kanadalı Steve Nash de Cuban’ın takımı satın aldığı günden sonra meydana gelen gelişmeleri vurgulayan bir başka oyuncu: “Cuban takımı almadan önce neredeyse dibe vurmuştuk sanırım o günleri yaşamak bizim birbirimize kenetlenmemizi, arkadaşlık ilişkilerimizin gelişmesini sağladı.”

13 yıl sonra gelen ilk playoff
Takım halinde morali düzelen ve takaslarla kadrosunu güçlendiren Dallas; Nash, Nowitzki ve Finley üçlüsünün etkili oyunlarıyla 2000-01 sezonunda büyük bir çıkış yakalayarak Dallas’ı 13 yıl sonra tekrar playoff’lara sokmayı başardı. Nowitzki ise tam anlamıyla bir süperstar gibi oynamaya başlamıştı. Maç başına 21.8 sayı, 9.2 ribaund ve 2.1 asist ortalaması, sezon sonunda Dirk’ü All-NBA third team’e kadar taşımış böylelikle de Dallas, tarihinde ilk kez bir All-NBA oyuncuya kavuşmuş oluyordu. Ayrıca Nowitzki, NBA tarihinde Robert Horry’den sonra bir sezonda 100 üç sayılık atış ve 100 blok barajını geçen ikinci oyuncuydu. Normal sezonu 53 galibiyet ile tamamlayan Mavs, Batı’da 5.sıradan playoff biletini kaparak 4.sıradaki Utah Jazz ile eşleşmişti. Tecrübesiz Dallas, deplasmanda oynanan maçlarla bir anda kendisini 2-0 geride buldu. Ama kendi sahasında oynadığı iki maçı Finley ve Nowiztki’nin üstün oyunları ile kazanınca iş Utah’ta oynanacak kader maçına kaldı. İşte bu kez de takımın başkanı Cuban bir kez daha dehasını ortaya koydu ve Utah’a kendisini maviye boyayıp giden tüm taraftarlara bedava bilet vereceğini söyleyerek Utah’ın mutlak seyirci desteğini bir avantaj olarak kullanmasına engel oluyordu. Nefesleri kesen maçın sonunda Dallas 84-83’lük skorla sahadan galip ayrılırken NBA tarihinde playofflarda 2-0 geriye düşüp seriyi kurtaran 6.takım olarak zor bir başarının altına imza atmıştı. İkinci turdaki rakip San Antonio ise özellikle Dallas’ın zayıf pota altından yararlanarak seriyi 4-1’le kolay geçip konferans finaline yükselen taraf oldu.







Euro 2001 ve Nowitzki-Hido düellosu
Yalnız sezon Dirk için daha henüz bitmemişti. Alman Milli takımıyla 2001 Avrupa Erkekler Basketbol Şampiyonası için ülkemize gelen Nowitzki, yeteneklerini bu kez de Türk seyircilerin huzurunda sahneliyordu. Antalya’daki C grubunda Yugoslavya, Hırvatistan ve Estonya ile eşleşen Almanya’nın ve Nowitzki’nin ilk kurbanı Estonya oldu (92-71). Nowitzki bu maçta 29 dakika’ya 32 sayı sığdırmıştı. Bir sonraki rakip Hırvatistan ise eski gücünde olmamasına rağmen Damir Mulaomerovic ve Gordon Giricek’in liderliğinde oldukça inatçı oyun tarzıyla galibiyet peşindeydi ama Nowitzki Hırvatistan’ın potasına da 31 sayı göndererek rakibin idam fermanını imzalıyordu. Yugoslavya karşısına çıkılan C grubunun final maçında ise Alman Milli takımının antrenörü Henrik Dettman, kendilerini daha ilk çeyrekte parçalayan Yugoslavya ile aynı sıklette olmadıklarının farkında olduğu için Nowitzki’yi sahada çok tutmayarak yıldız oyuncusunu çapraz eliminasyon maçlarına sakladı. İstanbul’da gerçekleşecek çeyrek finaller için Yunanistan’la yaptıkları karşılaşma ise Avrupa basketbol şampiyonaları tarihindeki en ilginç mücadelelerden biriydi.




Yunanistan’ın mükemmel başlayarak daha oyunun hemen başında 20’li sayılara taşıdığı fark, ikinci yarının başlamasıyla beraber komşunun ciddiyetsiz bir oyun sergilemesi sonucu bir anda eridi ve karşılaşmayı Nowitzki’nin 25 sayı, 15 ribaundluk performansıyla kazanan taraf Almanya oldu (80-75). Çeyrek finaldeki rakip ise Fransa’ydı. Fransa’nın coach’u Alain Weisz’ın, Tony Parker’ı sadece 2 dakika oynatarak “taktik zekasını”(?) ortaya koyduğu maçta Nowitzki 32 sayı atarak bir kez daha durdurulmasının hemen hemen imkansız olduğunu ispat ediyordu. Yarı Finalde Almanya, karşısında Hırvatları uzatmada 87-85 yenen Millerimiz buldu. Bugüne kadar bir çok futbol ve basketbol maçına gitmişimdir. Ama ilk kez bir basketbol maçında kendimi kaybedip sesim tamamen kısılıncaya kadar bağırdım. Sevgili Hido’muz maçı bize getiren o basketi uzatmanın son saniyelerinde attığı zaman sevinç gösterilerimiz sırasında cep telefonumun parçalanması ise galibiyetin yanında hiç kalmıştı. Her ne kadar Nowitzki başa baş geçen mücadelede 22 sayı üretse de, İbo ve Harun’un desteğini alan Hido triple-double’a yakın performansıyla (23 sayı, 11 ribaund, 8 asist) “eğer ayakları yere basıp, aklı havalarda olmazsa” neler yapabileceği göstererek milli takımımızı tarihinde ilk defa Avrupa basketbol şampiyonasında finale taşıdı. Yugoslavya-Türkiye maçını heyecanla beklediğimiz anlarda oynanan Almanya- İspanya 3.lük maçı ise Dirk Nowitzki’nin 43 sayı ve 15 ribaundluk şovuna sahne olduysa da İspanya karşılaşmadan 99-90’lık skorla galip ayrılarak bronz madalyayı kazanan taraf oldu. Nowitzki istatistiksel olarak Turnuvanın MVP ödülünü kesinlikle hak etmişti (28.7 sayı, 9.1 ribaund) ama Yugoslavya’nın şampiyonluğa ulaşması nedeniyle MVP ödülü Peja’ya gitti. Nowitzki ise sadece turnuvanın sayı krallığıyla yetinmek zorunda kaldı.

2001-02 sezonu
Dallas geçtiğimiz sezona yeni salonu American Airlines Center’da başladı. Ama tüm sezonun en önemli olayı takas süresinin bitmesine dakikalar kala Juwan Howard, Tim Hardaway ve Donnell Harvey’nin Denver’a gönderilerek Nuggets’tan Raef LaFrentz, Nick Van Exel, Tariq Abdul-Wahad ve Avery Johnson’ın getirilmesiydi. Bu takas’ın asıl amacı Raef LaFrentz ile pota altındaki boşluğu kapatarak Shaq’e karşı bir alternatif üreterek Lakers’a rakip olmaktı. Ve Kansas Jayhawks’ın yıldız pivotu Raef LaFrentz, kağıt üzerinde belki de takıma alınabilecek en iyi isimdi. Dallas’ın temposuna ayak uydurabilecek, gerekirse üç sayı çizgisinin gerisinden bile atış kullanabilecek bir uzundu ama evdeki hesap tam olarak çarşıya uymadı. Ve Dallas pota altında Shawn Bradley ve La Frentz ile kimi zaman çok iyi maçlar çıkartmasına rağmen bazı maçlarda da vezirken rezil oldu. Bana göre Mavs’ın bu trade’den en büyük kazancı All-Star guard Nick Van Exel’di. Van Exel takıma tecrübesinin, hızının ve kritik üçlüklerinin yanında neşe de katmakta. Mesela Nowitzki bir kaç metre ötesinde buzdan bir heykel gibi otururken esprisini yapmaktan çekinmiyor: “O bir Alman serserisi, arka sokakların çocuğu… Şurada ayakta dikilen herif de (Steve Nash) surf ve kay-kay yapan bir velet. Bunlar öyle adamlar ki Wang’ın iki kelime İngilizcesi vardı. “Birisi defol git”, “Ötekisi de münasip bir yerimi öp” İkisini de Dirty Dirk ile sörfçü öğretti. Bunu duyan Nowitzki, Van Exel’e lafı sokmaktan da geri kalmıyor, “Nick’in söylediği hiçbir şeyi ciddiye almamak lazım. Aslında Nick’in işe yaramaz bir herif olduğuna dair hakkında bir sürü kötü şey duymuştuk ama buraya geldiği günden beri bizim gördüğümüz tek şey çok eğlenceli bir adam olduğu” Dallas’ın başarısında belki de en önemli etkenlerden biri takımdaki arkadaşlığın kuvvetli olması. Mesela Nowitzki ile Nash sıkı dostlar: “Aslında ilk geldiğimde Steve’i o kadar da sevmiyordum. Bu nasıl oldu bilmiyorum. Evimi çok özlüyordum ve Steve benim dışarı çıkıp biraz eğlenmem için çok bastırdı. Sahada da çok gözetti. Tabii aynı şekilde Mike da. ”iyice kenetlenen Mavs, sezonu Steve Nash, Michael Finley ve tabii ki Dirk Nowitzki’nin All-NBA seçilmeyi hak eden performansları sonucunda 57 galibiyet alarak bitiriyordu ki bu Mavs tarihinin en başarılı normal sezon performansıydı. Dirk Nowitzki ise hem sayıda hem de skorda NBA’in ilk 10 ismi arasına girerek sezonu 23.4 sayı ve 9.9 asist ortalamalarıyla tamamladı. Dirk, oynadığı 71 maçta çift haneleri sayılara ulaşırken bunların 50’sinde 20’li, 21’nde ise 30’lu sayıları geçiyordu. Mavs uzun yıllar sonra gelen üst üste ikinci playoff yolculuğunun ilk turunda Kevin Garnett’in birinci tur “özürlü” Timberwolves’u ile karşı karşıya geldi. KG elinden gelenin en iyisini sahaya yansıtsa da Mavs seriyi süpürerek geçti. İkinci turda ise belki de NBA’in en komple iki takımı karşı karşıya geliyordu. Seriyi 4-2 kazanan taraf Sacramento olurken Kings’in iki sayılık atışlarıyla ilgili bir istatistik tüm serinin özetini ve Dallas’ın en büyük zaafını gözler önüne sermekteydi: Kings’in 207 iki sayılık atış isabetinin 115’i smaç veya turnikelerden gelmişti. İçeride Webber ve Divac’la eşleşemeyen Dallas, Kings’e teslim olmak zorunda kalmış, Kings kısaları içeride caydırıcı bir uzun olmadığı için sürekli penetre ederek kolay sayılara ulaşmıştı. Mavs elenmenin acısını yaşasa da Nowitzki, 1970’ten Kareem Abdul-Jabbar’dan sonra playoff’ta 4 maç üst üste 30 sayı ve 15 ribaund’u geçebilen ikinci oyuncu olarak adını rekor kitaplarına yazdırıyordu.

Dünya’nın MVP’si!!
Yalnız Nowitzki’ye 2002’nin yazında da tatil yoktu. Bu kez de ülkemizde Avrupa Dördüncüsü olarak katılmaya hak kazandıkları Dünya Basketbol Şampiyonası için Almanya adına ter dökecekti. Nowitzki önce eleme gruplarında Çin’e 30, Cezayir’e de 24 sayı atarak turnuvaya başladı. ABD’ye karşı oynadıkları maçta ise Almanya ilk iki periyotta tüm gücüyle direnmesine rağmen son periyotun başında ABD’ye teslim oluyordu. Dirk ise ABD potalarına 34 sayı bırakmıştı. 2 galibiyet ve 1 mağlubiyet alan Almanya, ikinci gruptan da Nowitzki’nin muhteşem performansının devamı sayesinde başarıyla sıyrılarak yarı finale kadar ulaştı. Ama turnuvanın “gerçek” şampiyonu Arjantin’e 86-80 yenilince bu kez hedef Dünya üçüncülüğü oldu. Turnuvanın en sempatik takımı Yeni Zelanda, her ne kadar karşılaşma öncesinde “Ka Mate, Ka Mate, Ka Ora…” diye bağırarak Maorilerin meşhur Haka dansıyla Almanların gözünü korkutmaya çalışsa da Sean Marks’ın yokluğunda Almanya, Nowitzki’nin 29 sayısıyla bronz madalyayı kazandı. (117-94) Turnuvayı 24.0 sayı, 8.2 ribaund ve 2.0 blok ortalaması ile tamamlayan Nowitzki, takımı şampiyon olmasa da bu kez hak ettiği MVP ödülüne kavuşuyordu!

Tarihi başlangıç ama kötü son!!
Dallas önüne gelen takımların çoğunu imha ederek bu sezona başladı. NBA’in en çok maç kazanan 3.coachu Don Nelson ise sanki bir rüyada gibi: “Programı önden takip ediyoruz. Bir şeyler oluşturduğumuzun farkındaydım. Ama her şeyin bu kadar hızlı gelişeceğini tahmin bile edemezdim” diyerek durumu özetliyor. Dallas Mavericks 13-0’lık muhteşem sezon açılışı ile Boston Celtics (1957-1958, 14-0) , Washington Capitols (1948-49, 15-0) ve Houston Rockets’tan (1993-1994, 15-0) sonra NBA tarihinin en iyi başlangıcını yaptı. Yalnız bir hatırlatmada bulunalım, bu takımların hepsi en azından finale kadar yükseldi. Asistan coach Del Harris’e göre Mavs, bugüne kadar NBA’in görmediği, Detroit Pistons, Chicago Bulls ve Los Angeles Lakers karışımı bir eköl yaratmaya çalışıyor.
Nowiztki ise Dallas’ın hücum düzenini şu şekilde açıklıyor: “Bizde gerçekten o kadar büyük şutörler var ki bir şekilde rakip takımın savunmasını delebiliriz. Bu konuda gerçekten rahatız. O gün kimin eli sıcaksa o bizim sahada ilk önce arayacağımız adamımızdır. Takımdaki herkes o kadar tehlikeli ki rakip takımlar her zaman üç sayı çizgisini iyi savunmak zorunda. Bu da bizim içeri drive etmemizi kolaylaştırıyor. Eğer bize karşı birebir oynamayı düşünüyorsanız içimizden biri sizi yere serer. Hele ikili sıkıştırma yapmaya kalkarsanız gerçekten başınız dertte demektir. Çünkü kesinlikle sahadaki boş adamı buluruz. O da sayıyı bizim hanemize yazar.”
Dallas oyun sistemi çabuk hücumlara dayalı. Top mümkün olduğu kadar çabuk rakip sahaya geçiriliyor ve hemen şut kullanılıyor. Neredeyse kullandıkları hücumların %30’unda top sadece iki oyuncunun eline değdikten sonra rakip potaya gönderiliyor. Eğer isabet sağlarsanız bu bir avantaj olabilir ama gününüzde değilseniz o zaman işlerin pek de iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz. Hele NBA’de rakibe en çok ribaund veren iki takımından biriyseniz. Shawn Bradley boyu itibari ile iyi bir blokçu kabul. La Frentz ise potansiyeli olan bir pivottu. Ama ikisini aynı anda saha sürseniz ve Dallas 6 kişi sahaya çıksa bile ikisinin toplamı Shaq’in yarısı kadar etmez. Don Nelson’a takımda bir pivot sorunu olup olmadığı sorulunca verdiği cevap aynen şöyle: “Shaquille O’Neil gibi bir oyuncu arıyoruz ama maalesef sadece bir tane Shaq var. Öyleyse elinizde ne varsa onunla yapabileceğinizin en iyisini yapmak zorundasınız.” Don Nelson’ın söylediklerine bir ilave de Doug Collins’ten geliyor: “Nellie’nin söylediği gibi biz belki Shaq ile eşleşecek bir oyuncu çıkartamayabiliriz ama eğer takımı süper skorerlerden kurarsak bu kez onlar da bizle eşleşemez. Dallas’ta Nowitzki, Finley, Nash ve Van Exel’i sayarsanız 4 tane hatta kimi zaman LaFrentz’i de eklerseniz 5 adet 30 sayı üretebilecek oyuncu var. Bu durum onları yenmeyi gerçekten oldukça zorlaştırmakta.”
Dallas her ne kadar ligin sonuna doğru bir düşüş yaşasa da Mavs, Batı’nın en önemli favorilerinden biri hatta kimilerine göre hala birincisi. Nash, Finley ve Nowitzki’yi birlikte izlemek ise ayrı bir keyif. Hele 2.13’lük boyu, 109 kiloluk cüssesi ve uzun sarı saçlarıyla Germen Mitlerindeki şimşek tanrısı Thor’u aratmayan Dirk Nowitzki, bu oyunu kesinlikle bir başka oynuyor. Thor’dan tek farkı Mjolnir isimli büyülü bir çekiç yerine basketbol topuyla rakiplerini etkisiz hale getirmesi. Çok değil 15 yıl önce; 2.13 boyunda, dışarıdan leblebi gibi üçlük atan, rahatlıkla içeri drive edip, her yerden jump shot sokabilen üstüne üstlük gerekirse rahatlıkla 3-4-5 numara oynayabilecek bir Avrupalı süper yıldızın varolabileceği düşüncesi ancak ütopik bir oyuncu tanımlaması olarak adlandırılabilirdi. İnsanlar belki onun yeteri kadar savunma yapamadığını söyleyebilirler. Yalnız unutulan bir şey var. Larry Bird çok mu büyük bir savunmacıydı? Kesinlikle hayır. Ama bir de Bird’ün kariyerini noktaladığı yere bakın. Nowitzki yeni bir Bird olsun ya da olmasın -ki belki Bird’den fazlası bile olabilir- Bird hangi noktalara ulaştıysa darısı Nowitzki’nin de başına…



Dirk Werner Nowitzki (19 Haziran 1978, Würzburg, Almanya) Alman basketbol oyuncusu.

NBA takımlarından Dallas Mavericks`te oynamaktadır. 2.13m (7'0") Nowitzki forvet ve forvet pozisyonlarında oynayabilmektedir. İçerden ve dışardan isabetli şutlar bulabilen Nowitzki`nin fiziğine ve NBA standartlarına göre ideal pozisyonu 4 numara (uzun forvet) olsa da 5 numara (pivot) oynadığı maçların sayısı da fazladır. Birçok kişiye göre Larry Bird`den bu yana NBA`deki en iyi beyaz oyuncudur. Boogie Nights adlı filme gönderme yapılarak "Dirk Driggler" lakabıyla da çağrılır.

Sporcu bir aileden (babası bir hentbol oyuncusuydu) gelen Nowitzki 1998 NBA Seçmelerinde (NBA Draft) Milwaukee Bucks tarafından dokuzuncu sırada alındı. Daha sonra hemen Dallas Mavericks`e takas olundu. Çaylak sezonunda koçu Don Nelson onun çok iyi bir transfer olduğunu söylese de ilk senesinde fazla başarılı olamayan Nowitzki, çalışarak kendini geliştirdi.

1999-2000 sezonunu 17.5 sayı ve 6.5 ribaund ortalamasıyla tamamladı ve o sezon kendini en çok geliştiren oyuncu sıralamasında ikinci oldu.

2000-01 sezonunu da 21.8 sayı ve 9.2 ribaund ortalamasıyla bitiren Nowitzki, 2001-02 sezonunu 23.4 sayı ve 9.9 ribaund ortalamasıyla bitirdi ve bu sezon da ilk defa NBA All-Star maçına seçildi. Takip eden yaz da Alman basketbol mili takımı ile de dünya şampiyonasında üçüncü oldular ve turnuvanın En Değerli Oyuncu (MVP) ödülünü aldı.

2002-03 sezonu öncesinde ligin en değerli yabancı oyuncuları arasında yer alıyordu. 25.1 sayı ortalaması ve 9.9 ribaund ile o zamana kadarki kariyerinin en iyi senesini geçirdi.

2003-04 liginde önceki senelere benzer (21.8 sayı, 8.7 ribaund) bir normal sezon geçirdi. All-Star takımına gene seçildi. Play off maçlarında da özellikle Sacramento Kings`e kaybettikleri seride çıkardığı 26.6 sayı ve 11.8 ribaund ortalamasıyla artık takımın kaptanı olduğunu gösterdi.

2 Aralık 2004`te Houston Rockets`a 53 sayı atarak kariyer rekorunu kırdı.

2004-05`de 26.1 sayı 9.7 ribaund ortalamasıyla geçiren Nowitzki, bu sezon En Değerli Oyuncu oylamasında Nash ve Shaq`in ardından 3. oldu. Özellikle Play Off maçlarında Phoenix Suns`a kaybettikleri seride yıkıldı.

2005 Avrupa Şampiyonası`nda Alman basketbol milli takımı ile gümüş madalyayı kucakladı. Turnuvanın en değerli oyuncusu seçilde ve sayı kralı oldu.

Dünyada kaç insan 2.13 olup ta üçlük sokabilir.Bu adamı uzunla tutsanız hızıyla sizi geçer,kısayla tutsanız ya el üstü üçlük sokar ya da post up yaparak sayıya ulaşır.iki elini de kullanabilmesi ayrı bir avantajı,
Bence NBA de ofansif yapabilirlikler açısından number one
çünkü hücüm da yapamadağı iş yok
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
  #22 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:11
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

LİSEDEKİ ALL STAR ADAYI; AMARE STOUDEMIRE

O, kimine göre bir NBA yıldız adayı, kimine göre ise sadece Amerika’daki onlarca yetenekli lise oyuncusundan biri. Peki bunlardan hangisi doğru?

11 yaşında babasını kaybetti. 14 yaşında basketbola başladı. 19 yaşında yeteneği ile sivrildi. Fakat skandallar ve dertler peşini bırakmadı. Şimdi önünde bir yol ayrımı var. Ya NCAA’e gidecek, ya NBA’de draftta seçilecek ya da büyük bir hüsranla karşı karşıya gelecek...

Lisenin 3. sınıfında cezası nedeni ile basket oynamayan ve düzenli idman yapamayan Stoudemire, ikinci senesindeki 18.7 sayı, 8.3 ribaunt, 2.3 blok ortalamalarını, bu yıl 29.1 sayı, 15.0 ribaunt ve 6.1 blok rakamlarına çıkarttı.

4 Nisan’daki McDonalds All-America maçında 22 dakikada 10 sayı, 7 ribaund ve 1 blok gerçekleştiren Amare, yetişkin bir insan görüntüsünde olsa da 19 yaşına yeni girdi.

Kobe Bryant, Kevin Garnett ve bu sene gösterdiği performansla ilk kez All Star seçilen ve yılın en çok gelişme gösteren oyuncusu ödülünü alan Indiana Pacers’lı Jermaine O’Neil, NCAA’i pas geçerek NBA’e adım atmış ve başarılı olmuş isimlerden bir kaçı. Aslına bakarsanız bu iyi örneklere rağmen NBA otoritelerinin çoğu -gerçekten haklı nedenlerle- lise mezunu oyuncuların üniversite eğitimi almadan NBA’e alınmasına karşı. Öncelikle, 17-18 yaşında, kişilik gelişimini daha tamamlayamamış bu gençleri, milyon dolarların adeta çocuk oyuncağı olduğu, para avcısı kadınlarla kuşatılmış, medya ve şirketlerin yapay kahramanlar ve kötü adamlar yaratmak için fırsat kolladığı NBA’de oynatmak gerçekten büyük bir kumar. Üstelik Grant Hill ve Kobe Bryant gibi birkaç ismi saymazsak NBA’deki oyuncuların çoğu fakir ailelerin arka sokaklarda suç ve uyuşturucu gölgesinde büyümüş çocukları. Dolayısıyla para ve şöhretin getirdiği tatlı sarhoşluk onları biraz daha fazla çarpıyor. İşin teknik yönüne baktığımızda ise lisede basketbol hakkında ancak sınırlı bir seviyede teknik bilgi alan bu yetenekli gençler, çoğunlukla “Aslanım, koçum kim tutar be seni! Tüm şutları bu arkadaşınız atsın, O bizim yıldızımız.” gibi bir mantıkla yetiştirile biliniyor. “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüz doğrultusunda bu körpecik fidanları eğebilecek en önemli unsur olan NCAA’de ortadan kalkınca, takım oyunundan bihaber, bencil, hep ben diyen oyuncuların ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor. (bknz. Kobe Bryant)
İşte sözünü ettiğimiz liseli oyuncular furyasına eklenecek son halka, Hazirandaki draftta ilk tur içinde seçileceğine inandığımız Amare Stoudemire olacak.
AMARE STOUDEMİRE’IN MEZİYETLERİ...
Orlando yakınlarındaki Cypress Creek Lisesi’nde okuyan bu genç adam, çoğu basketbol otoritesi tarafından şu an Amerika’nın en iyi lise oyuncusu olarak kabul ediliyor. Aslına bakarsanız Stoudemire müthiş bir basketbol eğitimiyle bu seviyeye gelmedi. Onu bu kadar değerli kılan Allah vergisi fiziksel yetenekleri. Stoudemire’ın hızlı sayılabilecek bir ilk adımı var. Orta mesafe şutları oldukça isabetli ve boyunu göz önüne aldığımızda (2.08 m.) oldukça iyi sayılabilecek bir top sürme yeteneğine sahip. Ayrıca ribaundlara ağaçtan elma toplar gibi sahip olmasıyla her maçta potansiyel bir “double-double” oyuncusu. (Örnek vermek gerekirse; Bu sezon içinde bir çok maçta 30’li sayıların yanında, 15 ribaund, 6 blok ve 3 asist’lik performanslar yakaladı. Son maçlardan birinde ise 45 sayı, 17 ribaund, 10 blok ve 4 asist’lik bir maç çıkardı.) Kimi NBA scoutlarına göre bu özellikleriyle genç bir Karl Malone’u anımsatmakta. Dolayısıyla bu çocuk eğer kendisini geliştirebilirse gelecekte çok ama çok canlar yakacak.
Adamımız Stoudemire’ın bir başka özelliği de tam anlamıyla bir blok canavarı olması. Üstelik yaptığı bloklar sadece acı kuvvete dayanmamakta, aynı zamanda seyircileri coşturacak kadar zarif ve estetik. Aldığı kritik ribaundlar, yaptığı öldürücü bloklar ve sıkı savunmasıyla iyi bir defans oyuncusu olmasına rağmen, Stoudemire’ın asıl meziyetlerine sahanın öteki ucunda şahit oluyoruz. Nefes kesici alley-oop’lar, topu yere sertçe vurdurup havada tamamladığı ya da önce panyaya çarptırıp daha sonra yaptığı smaçlarla taraflı tarafsız herkesin beğenisini toplamakta. Hele karşısında zayıf da bir takım varsa işte o zaman arkanıza yaslanın ve şovu izleyin!. Büyük bir ihtimalle kendinizi bir All-Star hafta sonunda smaç yarışmasını izlemiş gibi hissedeceksiniz.
“Üniversiteye yada NBA’e gittiğimde ve bana basketbol öğretecek birini bulduğumda, bu iş bitmiş olacak. “
Ama kesinlikle Stoudemire’ın hücüm gücü bu kadarla sınırlı değil. Boş pozisyon bulduğunda kullandığı isabetli üç sayılık atışlarıyla ve kendisine orta mesafe şut pozisyonu yaratmaktaki becerisiyle savunmacısının tüm dikkatini pota altına yoğunlaştırmasını engellemekte. Stoudemire’ın çok ilginç bir özelliği de maçta çok sıkıldığı zamanlarda gidip topu guardın elinden alması ve karşı sahaya kendisinin geçirmesi. Aslında guardlara da biraz bozuk arkadaşımız. Ona göre takımın guardları onun yeteneklerinin farkına tam olarak varamadıklarından dolayı topu ona yeteri kadar kullandırmıyorlar!. Bunlar biraz Kobevari sözler ve takımın kimyasını rahatlıkla bozabilir. Amare’nin kafalarda soru işareti bırakan asıl özelliği ise sık sık gittiği okuldan ayırılıp başka bir okula geçmesi ve derslerindeki başarısızlık.
Stoudemire, Cypress Creek Lisesi’ne gelene kadar tam 5 farklı liseye gitti. Bu fazlasıyla abartılı bir durum ve NBA ve NCAA yetkililerinin kafalarını oldukça bulandırmakta. Buna ilaveten bir de geçen yaz gittiği Adidas basketbol kampını, annesinin Nike yetkilisi George Ravelling’den aldığı yüklüce bir para sonucu bırakıp Nike kampına katılması hikayesi var. Bu konu hakkında Amare’nin iddiası ise biraz daha farklı. Ona göre Ravelling annesine sadece 100$ vermeyi teklif etmiş. Adidas kampından ayrılarak Nike kampına katılmasının yegane nedeni de Adidas kampını domine etmiş olması ve onun Nike kampındaki isimlerden de üstün olduğunu kanıtlama arzusuymuş. Evet bunu başarıp yılın en iyi lise oyuncusu seçildi ama kariyerini gölgeleyebilecek bir çok iddia ile de yüz yüze geldi.
SORUNLU YILLAR
Aslen Florida doğumlu Stoudemire’ın kariyerini incelersek kardeşimizin yıldızı bu yıl üniversitede oynayan Jonathan Hargett (West Virginia) ve Harvey Thomas (Georgetown) gibi isimlerin arasında North Carolina’daki Mt. Zion Akademisi’nde parladı. Daha sonraki yılında Lake Wales lisesinde adını iyice duyuran Amare, okul üstüne okul değiştirince Florida Sportif Lise Aktiviteleri Kurulu onun o sezon basketbol oynamasını yasakladı. Nihayet şu anki okulu Cypress Creek Lisesi’ne gelince bir nebze de olsa aradığı huzuru buldu ve tekrar basketbol yetenekleri ile anılmaya başlandı.
Eğer Amare’nin niye bu tür sorunlarla karşılaştığını düşünürsek sanırız cevabı, psikolojinin temel metotlarından olan, çocukluk yıllarına bir göz atarak bulabiliriz. 11 yaşındayken babasını kaybeden Stoudemire, doğal olarak önünde kendisine örnek alacak bir baba figürü olmayınca fazlasıyla zorlandı. Basketbola başlaması ise başka bir ilgi çekici hikaye. 14 yaşında Burney Hayes adında bir antrenör tarafından keşfedilene dek bir Amerikan futbolu oyuncusuydu. O günden sonra ise basketboldan başka hiçbir şey düşünemez oldu.
PEKİ NİYE KOLEJ DEĞİL DE NBA?
Cevap çok basit. Amerikan eğitim sistemine göre herkes elini kolunu sallayarak üniversiteye gidemiyor hatta bazı ülkelerdeki!! gibi liseyi dahi bitiremiyor. Çünkü akademik başarı sportif başarıdan önce gelmekte ve bu konuda fazla taviz verilmiyor. Adamımız Stoudemire pek çalışkan bir öğrenci olmadığından notlarla başı biraz dertte. Beraberinde de bir üniversiteye kabul edilip NCAA’de oynama şansı oldukça azalıyor. (Böyle bile olmasa bir çok NBA otoritesi onun rahatlıkla draftta ilk 20 içinde seçileceğine hatta NBA’deki ilk sezonunda ‘rookie of the year’ ödülünü alacak tarihteki ilk liseli olacağından bahsediyor.) Geçen sezon Memphis Üniversitesi ile flört etse de derslerindeki başarısızlık ve not ortalamasının sınırın çok altında olması üniversite kapılarını kapamış görülmekte. Asıl komik olan her konuda olduğu gibi bu konuda da çeşitli skandal iddiaları var. İddialara göre Mt. Zion Akademisi yetkilileri onun not ortalamalarını sonradan biraz düzelterek yükseltmiş. Cypress Creek Bears’taki antrenörü Earl Barnett’a göre yıldız oyuncusu, üzerinde oynanan çıkar oyunlarına hedef olmakta ve o sadece 18-19 yaşında bir çocuk. Dolayısıyla onun odaklanması gereken tek şey basketbol ve liseden mezun olabilmek!.
STOUDEMİRE: ‘BEN, KENDİM VE BASKETBOL TOPU’
Amare kardeş ise okuldan çok basketbola odaklanma eğiliminde. İster NBA’e gitsin isterse NCAA’de oynasın Stoudemire’ın tek bir arzusu var, o da birinin ona gerçekten basketbol öğretmesi! Dilerseniz bu durumu kendi cümleleri ile anlatalım: “Lise hayatım boyunca Coach Barnett ve Coach Mitchell’den başka antrenörüm olmadı, bireysel çalışma derseniz sadece ben kendim ve basketbol topum vardı. YETER ARTIK!!. NBA, NCAA fark etmez birinin bana basketbolu öğretmesi gerek!!.”
Eğer Memphis geçen sene verdiği bursu sonradan geri çekmeseydi önümüzdeki yıl onu NCAA’de seyredebilecektik ama şu an, düşük not ortalamaları ve karıştığı skandallardan sonra, çoğu okul ondan uzak durma eğiliminde. Bu durumda geriye kalan tek seçenek NBA. Tamam bu çocuğun süper yetenekleri var. Hatta bazı takım yetkilileri arabalarının arka camına adeta “Liselim” yazdıracak kadar Stoudemire konusunda hevesli. Bu çocuk da “Eğer NBA’de oynarsam ilk yılımda All Star olurum.” diyebilecek kadar da iddialı ama NBA’de her şeyin bir bedeli vardır. Hayatta insanlar kolay bir yere gelmez. Eğer gelirlerse de düşüşleri yükselişlerinden çok daha çabuk olur. Artık bekleyip geleceğin ona neleri beraberinde getireceğini göreceğiz. İnşallah bu Allah vergisi yetenekli çocuk NBA değirmeninde öğütülüp gitmez.

“Üniversiteye yada NBA’e gittiğimde ve bana basketbol öğretecek birini bulduğumda, bu iş bitmiş olacak. “
Ama kesinlikle Stoudemire’ın hücüm gücü bu kadarla sınırlı değil. Boş pozisyon bulduğunda kullandığı isabetli üç sayılık atışlarıyla ve kendisine orta mesafe şut pozisyonu yaratmaktaki becerisiyle savunmacısının tüm dikkatini pota altına yoğunlaştırmasını engellemekte. Stoudemire’ın çok ilginç bir özelliği de maçta çok sıkıldığı zamanlarda gidip topu guardın elinden alması ve karşı sahaya kendisinin geçirmesi. Aslında guardlara da biraz bozuk arkadaşımız. Ona göre takımın guardları onun yeteneklerinin farkına tam olarak varamadıklarından dolayı topu ona yeteri kadar kullandırmıyorlar!. Bunlar biraz Kobevari sözler ve takımın kimyasını rahatlıkla bozabilir. Amare’nin kafalarda soru işareti bırakan asıl özelliği ise sık sık gittiği okuldan ayırılıp başka bir okula geçmesi ve derslerindeki başarısızlık.
Stoudemire, Cypress Creek Lisesi’ne gelene kadar tam 5 farklı liseye gitti. Bu fazlasıyla abartılı bir durum ve NBA ve NCAA yetkililerinin kafalarını oldukça bulandırmakta. Buna ilaveten bir de geçen yaz gittiği Adidas basketbol kampını, annesinin Nike yetkilisi George Ravelling’den aldığı yüklüce bir para sonucu bırakıp Nike kampına katılması hikayesi var. Bu konu hakkında Amare’nin iddiası ise biraz daha farklı. Ona göre Ravelling annesine sadece 100$ vermeyi teklif etmiş. Adidas kampından ayrılarak Nike kampına katılmasının yegane nedeni de Adidas kampını domine etmiş olması ve onun Nike kampındaki isimlerden de üstün olduğunu kanıtlama arzusuymuş. Evet bunu başarıp yılın en iyi lise oyuncusu seçildi ama kariyerini gölgeleyebilecek bir çok iddia ile de yüz yüze geldi.
SORUNLU YILLAR
Aslen Florida doğumlu Stoudemire’ın kariyerini incelersek kardeşimizin yıldızı bu yıl üniversitede oynayan Jonathan Hargett (West Virginia) ve Harvey Thomas (Georgetown) gibi isimlerin arasında North Carolina’daki Mt. Zion Akademisi’nde parladı. Daha sonraki yılında Lake Wales lisesinde adını iyice duyuran Amare, okul üstüne okul değiştirince Florida Sportif Lise Aktiviteleri Kurulu onun o sezon basketbol oynamasını yasakladı. Nihayet şu anki okulu Cypress Creek Lisesi’ne gelince bir nebze de olsa aradığı huzuru buldu ve tekrar basketbol yetenekleri ile anılmaya başlandı.
Eğer Amare’nin niye bu tür sorunlarla karşılaştığını düşünürsek sanırız cevabı, psikolojinin temel metotlarından olan, çocukluk yıllarına bir göz atarak bulabiliriz. 11 yaşındayken babasını kaybeden Stoudemire, doğal olarak önünde kendisine örnek alacak bir baba figürü olmayınca fazlasıyla zorlandı. Basketbola başlaması ise başka bir ilgi çekici hikaye. 14 yaşında Burney Hayes adında bir antrenör tarafından keşfedilene dek bir Amerikan futbolu oyuncusuydu. O günden sonra ise basketboldan başka hiçbir şey düşünemez oldu.
PEKİ NİYE KOLEJ DEĞİL DE NBA?
Cevap çok basit. Amerikan eğitim sistemine göre herkes elini kolunu sallayarak üniversiteye gidemiyor hatta bazı ülkelerdeki!! gibi liseyi dahi bitiremiyor. Çünkü akademik başarı sportif başarıdan önce gelmekte ve bu konuda fazla taviz verilmiyor. Adamımız Stoudemire pek çalışkan bir öğrenci olmadığından notlarla başı biraz dertte. Beraberinde de bir üniversiteye kabul edilip NCAA’de oynama şansı oldukça azalıyor. (Böyle bile olmasa bir çok NBA otoritesi onun rahatlıkla draftta ilk 20 içinde seçileceğine hatta NBA’deki ilk sezonunda ‘rookie of the year’ ödülünü alacak tarihteki ilk liseli olacağından bahsediyor.) Geçen sezon Memphis Üniversitesi ile flört etse de derslerindeki başarısızlık ve not ortalamasının sınırın çok altında olması üniversite kapılarını kapamış görülmekte. Asıl komik olan her konuda olduğu gibi bu konuda da çeşitli skandal iddiaları var. İddialara göre Mt. Zion Akademisi yetkilileri onun not ortalamalarını sonradan biraz düzelterek yükseltmiş. Cypress Creek Bears’taki antrenörü Earl Barnett’a göre yıldız oyuncusu, üzerinde oynanan çıkar oyunlarına hedef olmakta ve o sadece 18-19 yaşında bir çocuk. Dolayısıyla onun odaklanması gereken tek şey basketbol ve liseden mezun olabilmek!.
STOUDEMİRE: ‘BEN, KENDİM VE BASKETBOL TOPU’
Amare kardeş ise okuldan çok basketbola odaklanma eğiliminde. İster NBA’e gitsin isterse NCAA’de oynasın Stoudemire’ın tek bir arzusu var, o da birinin ona gerçekten basketbol öğretmesi! Dilerseniz bu durumu kendi cümleleri ile anlatalım: “Lise hayatım boyunca Coach Barnett ve Coach Mitchell’den başka antrenörüm olmadı, bireysel çalışma derseniz sadece ben kendim ve basketbol topum vardı. YETER ARTIK!!. NBA, NCAA fark etmez birinin bana basketbolu öğretmesi gerek!!.”
Eğer Memphis geçen sene verdiği bursu sonradan geri çekmeseydi önümüzdeki yıl onu NCAA’de seyredebilecektik ama şu an, düşük not ortalamaları ve karıştığı skandallardan sonra, çoğu okul ondan uzak durma eğiliminde. Bu durumda geriye kalan tek seçenek NBA. Tamam bu çocuğun süper yetenekleri var. Hatta bazı takım yetkilileri arabalarının arka camına adeta “Liselim” yazdıracak kadar Stoudemire konusunda hevesli. Bu çocuk da “Eğer NBA’de oynarsam ilk yılımda All Star olurum.” diyebilecek kadar da iddialı ama NBA’de her şeyin bir bedeli vardır. Hayatta insanlar kolay bir yere gelmez. Eğer gelirlerse de düşüşleri yükselişlerinden çok daha çabuk olur. Artık bekleyip geleceğin ona neleri beraberinde getireceğini göreceğiz. İnşallah bu Allah vergisi yetenekli çocuk NBA değirmeninde öğütülüp gitmez
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #23 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:13
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

STEVE FRANCIS
SLAM DUNK’IN BAŞI AĞRIYAN CANAVARI
STEVE FRANCIS “WINK #3”

ARTIK HOUSTON TAKIMINDA NE OLAJUWAN VAR, NE BARKLEY, NE DE DREXLER. AMA SAHİP OLDUKLARI BİR ŞEY VAR; UZUN ZAMANDIR ÖZLEMİNİ ÇEKTİKLERİ GERÇEK BİR OYUN KURUCU: STEVE FRANCİS…

İster onu itin, ister çekin! Her tür faule baş vursanız bile, çoğu zaman O’nun üzerinizden yapacağı smaçları engellemek için elinizden fazla bir şey gelmez. Ne Duncan, ne Malone ne de Wallace onu tek başlarına durdurabildi ama bu yıl yeni tanıştığı bir savunmacı ona feleğini şaşırttı: Nedeni bulunamayan migren ağrıları!..

Houston hep süper yıldızların ve kıl kapı kaçan şampiyonlukların takımı olmuştur. NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusundan Clyde “The Glide” Drexler ile Sir Charles Barkley’in faal oyunculuğu bırakması ve her bakımdan adını Houston tarihine altın harflerle yazdıran efsanevi pivot Hakeem “The Dream” Olajuwon’ın Toronto’ya transferi sonucunda elindeki süper yıldızlarını kaybeden Rockets’ın taraftarları, takımın yeniden yapılanma sürecinde bir isme o kadar çok güveniyor ki daha şimdiden onun tarih yazacağına inanmış durumda. İşte bu yüzden ona “Franchise” lakabını taktılar.

SAN DİEGO’DAN HOUSTON’A
1967 yılında San Diego’da NBA macerasına başlayan Rockets takımı kurulduğu günden itibaren yıldız sıkıntısı çekmeyen ender ekiplerden biridir. 1993-94 sezonunda gelen ilk şampiyonluğa kadar kadrosunda Elvin “The Big E” Hayes, kısa boyundan kaynaklanan dezavantajları yüreğiyle kapatan küçük dev adam Calvin Murphy, hem oyunculuk hem de coachluk kariyerinde Houston’la özdeşleşen Rudy Tomjanovich, John Lucas, “karpuzlama” atışlarına rağmen yaklaşık %90 serbest atış yüzdesi tutturan Rick Barry, pota altı canavarı Moses Malone ve süper bir kariyer başlangıcının ardından beklenmedik bir şekilde 4-5 NBA sezonunun ardından basketbolu unutan sorunlu Dev Ralph Sampson gibi çoğu şu an Naismith Hall of Fame’e seçilmiş olan bir çok süper stara sahip olmuştu. Buna rağmen kendilerinden beklenen performansı genelde gösteremeyerek ortalama bir takım olmaktan öteye gidememişlerdi. Hoş NBA’in adeta Magic-Bird düellosu şeklinde geçtiği 80’li yıllarda, önce Moses Malone’un sonra da ikiz kuleler Olajuwon&Sampson liderliğinde iki kez finale çıkmayı başarmışlardı. Belki Bird’lü, Kevin Mc Hale’li ve Robert Parish’li Boston’a kaptırılan şampiyonluklar beklentileri de maksimuma çıkartmıştı çıkartmasına ama Houston taraftarları umulmadık bir şekilde birkaç sezon üst üste playoff’larda unutamayacakları hezimetlere şahit olacaktı. Rockets yönetimi peşi sıra playoff’larda daha ilk turlarda gelen başarısızlıklar ve süpürülmeler karşısında coach Don Chaney’nin ipini çekerek yerine takımın sembol oyuncularından biri olan Rudy Tomjanovich’i getirecekti.

HOUSTON TARİHİNİN EN BÜYÜK COACH’U: RUDY TOMJANOVİCH
Oyunculuk kariyerini noktaladıktan sonra önce Houston’da scout’luk sonra da asistan coach’luk yapan Rudy T, herhalde tavında pişerek bu noktaya geldiğinden takıma yeni bir ivme kazandırır. Hakeem’i daha etkin kullanarak onun takımdaki liderliğini güçlendirir bunun sonucunda da daha ilk sezonunda 55-27’lik bir galibiyet oranı yakalar. Tam bu sırada 90’ların başına damgasını vurarak Chicago’nun Three-Peat yapmasında baş rolü oynayan Michael Jordan, babasının öldürülmesinin ardından yaptığı basın toplantısıyla basketbolu bıraktığını açıklar. İşte Houston’ın şampiyonluğunu hazırlayan ortam oluşmuştur. Ligin ikinci en iyi oyuncusu Hakeem ve Coach T bu fırsatı geri tepmez. İlk 24 maçının 22’sini kazanan Rockets, tarihinin en başarılı performansını ortaya koyarak normal sezonu 58 galibiyetle tamamlar. Sonrası ise malûm, Houston playoff’larda kıran kırana geçen serilerin ardından ilk şampiyonluğuna, Olajuwon da play-off MVP ödülüne ulaşır. Sonraki yıl normal sezonda biraz tökezleseler de Portland’ın süper yıldızı ve Hakeem’in Houston Üniversitesi’nden kankası, yüce insan Clyde “The Glide” Drexler’ın takıma katılmasıyla finale ulaşarak Penny Hardaway ve Shaquille O’Neil’ın Orlando’sunu süpürüp bir kez daha şampiyonluğa uzanır ve Jordan’sız yılların keyfini doyasıya yaşar. Bir sene sonra Olajuwan’ın muhteşem performansına rağmen ilk 5’teki 4 oyuncu Olajuwon, Drexler, Sam Cassell ve Robert Horry’nin sakatlıkları playoff performanslarını etkiler ve Houston three-peat hayali kurarken Seattle’a elenmekten kurtulamaz. 1995-96 sezonunun hemen ardından diğer bir efsane -Rodman kadar olmasa da biraz deli olan- Charles Barkley takıma katılınca herkes Rockets’ın şampiyonluk sayısını arttıracağını düşünmeye başlar. Ama unutulan konu Houston’ın gerçek anlamda kaliteli bir oyun kurucudan yoksun olduğudur. Ne Matt Maloney ne de Brent Price bu derecede üst düzey bir takımın sorumluluğunu omuzlayamaz. Bu durumda Drexler sahada mecburi oyun kuruculuk yapmak zorunda kalır. Hatta kimi zaman Barkley’le high post playmaking gibi adlandırabileceğimiz setler oynarlar. Hal böyle olunca Houston, ezeli rakipleri Utah’a sonuna kadar mücadele etmelerine rağmen üst üste iki yıl playoff’larda boyun eğer. (Zaten Utah’da basketbola geri dönen Jordan’lı Chicago’ya yenilmekten kurtulamaz.) Devamında Drexler basketbol oynamayı bırakır ama yerine yine NBA’in gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusundan biri olan Scottie Pippen getirilir. Vasat geçen bir sezonun ardından iş playoff’lara geldiğinde Pippen fazla varlık gösteremez ve Rockets ilk turda Lakers’a elenmekten kurtulamaz. Pippen’da bu sezonun ardından takımdan ayrılarak kapağı Portland’a atar. Ardından da Barkley basketbolu bırakır, Olajuwan ile anlaşılamaz ve Houston eski gücünü kaybeder.
Otoriteler, üst üste gelen 2 şampiyonluğun ardından 2-3 All-Star oyuncuya rağmen Houston’ın finallere ulaşamamasının temel nedeni olarak hep oyun kurucu eksikliğini göstermişti. Artık takımda ne Hakeem var, ne Barkley , ne Drexler ne de Pippen. Ama sahip oldukları bir şey var; uzun zamandır özlemini çektikleri gerçek bir oyun kurucu: Steve Francis!!.

TAKOMA PARK’TAN MARYLAND TERRAPİNS’E UZANAN ZOR YOLCULUK
Steve De’Shawn Francis 21 Şubat 1977’de Silver Spring, Maryland’de dünyaya geldi. Annesi Brenda ve anneannesi Mabel tarafından yetiştirilen Steve, çoğu Amerikan genci gibi öncelikle Amerikan futboluna meraklıdır. Basketbolla tanışması ise 9 yaşındayken ancak en yakın arkadaşı Jamal Hutchinson’ın zorlamaları sonucu olur. Jamal’ın basketbol oynamasına özenen küçük Steve, futbol antrenmanlarından sonra basketbol da oynamaya başlar ve bu oyuna giderek kanı ısınır. İlk kulübü olan Takoma Park’ta gecesini gündüzünü o zamanlar en sevdiği açık saha olan Honeybranch’ta geçirir. Bu sırada arkadaşı Jamal onun için gerçekten iyi bir örnektir ve Francis durmadan onun gibi olabilmek için çaba sarf eder. Tam 6 yıl boyunca her gün Amerikan futbolu antrenmanlarından sonra Takoma Park’a gider ve orda coach Tony Langley ile saatlerce çalışır ki Steve’e göre onun Steve Francis olmasında hem Takoma Park’ın hem de Tony Langley’in önemli payı vardır. Langley hırslı, daima kazanmayı hedefleyen ve bunun için tüm gücüyle çalışan biridir ve ister istemez onun bu özelliği Steve’e de geçmiştir. Orta okul yıllarında ise asla iyi bir oyuncu olamamıştır. Francis oldukça çelimsizdir, kısadır, fazla yükseğe sıçrayamaz ve şut atma konusunda fazla yetenekli değildir. Hatta kimi zaman arkadaşlarına alay konusu olur. Toplanıp onun yeteneksizliği ile dalga geçerler. Belki çoğunuz inanmayacaksınız ama Steve 12. sınıfa kadar çembere değmekten acizdir. Bu durum Langley’e sorulduğunda şöyle cevap verir : “Steve ne olursa olsun her zaman yere sağlam basan ve çabuk bir oyuncuydu. Ama çabuk olduğu kadar da zekiydi. Sahada her zaman önce zekasını kullanırdı.” Takoma Park’ta söylenenler eğer doğruysa Steve zamanında bu zekasını biraz da şeytani yönlerde kullanmaktaymış. Mesela kimi maçlarda rakibin pota altından topu başlatacak oyuncusunun yanına gidip “Usta bi saniye ya, şu topta bi tuhaflık var hakeme verelim de değiştirsin” diyerek rakibinin elinden topu alarak turnike attığı ya da maçtan evvel gelip parkeleri söktükten sonra maç başlayınca parkenin parçalarını eline alarak “ Hocam sen bi dur oyunu başlatma bu ne ya böyle elimizde kaldı.” diyerek topu oyuna sokan oyuncuların yanına gittiği ve onlara 5 saniye çaldırtmaya çalıştığı şeklinde rivayetler mevcut. Doğru mudur değil midir bilmiyorum ama Steve gibi “fırlama” bir oyuncudan beklenmeyecek şeyler de değil.
Konumuza geri döndüğümüzde adamımız ortaokul ve lise hayatında hiç iyi bir basketbolcu değildir. Hatta oldukça kötüdür. Lise takımında sadece bir maça ilk beşte başlar. Bu sırada evin tüm maddi yükü sırtında olan annesi Brenda işi dolayısıyla sık sık yer değiştirmekte ve zorunlu olarak oğlunu da yanına almaktadır. Steve sürekli değişen çevresine, arkadaşlarına ve okuluna alışamaz toplam 3 lise dolaştıktan sonra annesine ortaokuldan beri tanıdığı liseye, bir arada başladığı arkadaşlarıyla beraber mezun olmak istediğini söyler. Ve eski okuluna dönmek için yalvarır. Annesi de onu kıramaz ve eski okuluna giderek tekrar kayıt yaptırır. Bu sırada kader Steve’den hayattaki en önemli dayanağını çalacaktır. Çok sevdiği annesi Brenda artık yalnız başına hayata göğüs germenin ağırlığına dayanamaz ve geçirdiği ani bir kalp krizi sonucunda Steve’i hayatın gerçekleri ile baş başa bırakarak bu dünyadan ayrılır. Biricik annesini kaybeden Francis kelimenin tam anlamıyla çöker. Ne yapacağını bilemez bir hale gelir ve akademik kariyerini bir kenara bırakarak bir süre kafasını dinlemek ister. Bir süre sonra ise hayatını tekrar eski haline getirmek için okula geri döner ve kendini Connecticut’ta özel bir akademiye kayıt ettirir. Burada kendini rahat hissetmeyen Steve, Maryland’e geri döner. Tam bu sırada Francis’in iddiasına göre mucizevi bir olay gerçekleşir ve neredeyse 1 günde 10 cm boy atar!! Basketbolda son bir kez şansını denemek için Florida’da düzenlenen AAU turnuvasına katılır. Steve turnuvada hayatında o güne kadar oynamadığı kalitede bir basketbol ortaya koyar ve Texas San Jacinto Junior College onu okula kabul eder. İlk senesinde takımını 32-1’lik galibiyet oranı ile NJC turnuvası finallerine taşır. 12.5 sayı, 7.5 asist ve 7.5 ribaund ortalamaları ile oynadığı bu sezonda bölgesel karmanın ilk beşine seçilir. Bir süre sonra kendisini adeta annesi gibi seven anneannesi de hastalanınca Steve, mecburi olarak ona yakın olmak için Allegany Community College’a geçer. Burada takımını NJCC turnuvası finallerine namağlûp olarak taşır ki bu bir ilktir. 25.7 sayı, 8.7 asist, 7.1 ribaund ve 5.3 top çalma ortalamasına ulaşırken attığı 885 sayı, 204 serbest atış ve yaptığı 187 top çalma ile bu kategorilerin hepsinde okul rekorunu kırar. Steve artık bir dönüm noktasına gelmiştir. Maryland doğumlu her gencin rüyasını süsleyen Maryland Üniversitesi sağladığı basketbol bursu ile kapılarını sonuna kadar ona açmıştır. Bu sırada Maryland Terrapins’te kurt coach Gary Williams, takıma ekol yaratma çabasıyla o sene şampiyon olan kadronun çekirdeğini oluşturan oyuncularla ilgilenmektedir. Steve kısa zamanda Coach Williams’ın gözüne girmeyi başarır. Zaten kaliteli oyun kuruculara önem veren Williams, onunla özel olarak ilgilenerek savunmasını geliştirmesine yardım eder. Steve hocasına borcunu Maryland’i NCAA turnuvasında Sweet 16’e taşıyarak öder. NCAA Division I‘da geçirdiği tek sezonunda 17.0 sayı ve 2.8 top çalma ortalamaları yakalar ve Sports Illustrated dergisi tarafından All-American seçilir. Böylece Francis, 3 ayrı okulda 3 ayrı sezon geçirir ve sonuncusunda All-American seçilerek bir çok NBA menajerinin ilgisini çeker.

YENİ IVERSON
Steve, Maryland’le sadece ama sadece bir yıl geçirmesine rağmen herkesin dikkatini çeker. Bu çocuğun eli düzgündür, vasatın üstünde savunma yapar, mükemmel bir sıçrama yeteneğine sahiptir. Kimsenin tahmin etmediği ve zor anlarda spektaküler smaçları çok rahatlıkla yapabilmektedir. Üstüne üstlük bu yeteneklere sahip çoğu oyuncu gibi bencil değildir ve zekası ile takımını sahada yönlendirebilir. Bu meziyetleri bir arada gören NBA scoutlarının ve menajerlerin iştahı bir anda kabarır ve Francis’e yakıştırılan yafta hazırdır: Yeni Iverson!!

“Stackhouse’un ya da Iverson’ın yaptığı gibi her maçta 35-36 tane şut kullansaydım şu an 60 sayı ortalaması ile NBA’in sayı kralı olurdum.”

Iverson benzetmesi Steve için gerçekten gurur okşayıcıdır çünkü o sıralarda Allen ligin tozunu atmakla meşguldür. Ama Francis ile Iverson’ın basketbol stillerini bire bir benzetmek bence pek doğru bir teşhis değildir. Iverson, Francis’e kıyasla biraz daha hızlıdır. Francis, Iverson gibi cross-overların canını çıkartmaz. Ama temel fark Iverson point guard oynadığı ilk dönemlerinde bile önce sayı atmayı sonra sayı attırmayı düşünmüştür. Steve’in önceliği ise takımını oynatmaktır. Bu durum fark edilince bu sefer de “Asist yapan Iverson” gibi garip bir benzetmeye gider kimi yazarlar. Ama ikili arasındaki fark, atılan şut sayılarına bakıldığında yine bariz bir şekilde ortaya çıkar. Iverson kimi maçlar neredeyse 40 şut kullanırken Francis çok daha mütevazı bir şekilde bu sayının yarısı hatta yarısından da azı civarında atış yapmayı tercih eder. Francis’e bir oyuncu için kullanılması gereken ideal şut sayısı olup olmadığı sorulduğu zaman şöyle cevap verir: “Jerry’nin ya da Allen’ın yaptığı gibi maçta 35-36 tane şut kullanılmasına karşıyım. Zaten eğer bir maçta 35 şut kullanıp da 30 sayı atamazsanız size yuh derim. Ben şahsen genelde 20 şutun üzerine çıkmamayı tercih ediyorum zaten yanılmıyorsam şu ana kadar sadece bir kez 29 şut attım. Öyle 36 şut falan kullansaydım maç başına sanırım 60 sayı ortalamasını bulurdum. En azından 10 tane üçlük rahat atardım alın size 30 sayı, 9-10 sayı da faul atışlarından bulsam bir de bunlara 10 tane ikilik eklesem alın size 60 sayı.” Steve uçtun be adamım ne yaptın sen!! 60 sayıyı kim kaybetmiş de sen buldun!!.. Tabii Steve her zaman olduğu gibi bu 60 sayı ortalaması işinde de fazla ciddi değildir. “Bana 20 sayı yeter de artar önemli olan takımımı oynatmam çünkü yaptığım her asist sonrası sayıyı sanki ben yapmışım gibi hissediyorum yani maç başına 6 asist yapsam 12 ekstra sayı daha atıyorum. Zaten benim öyle takımda tek tabanca olmak gibi bir arzum yok. Bu lige bir Vince bir de Kobe yeter. Bu lafımı yanlış algılamayın kötü bir şey kastetmiyorum. Çünkü takımlarının onlara yüklediği misyon, onlardan beklentisi bu. Mesela Ben Vince’i çok seviyorum sıkı herif. Çok da iyi smaç basıyor hem üstelik adamın forması da güzel bizim beyaz çizgili formaları pijamaya benzetmeye başladım.” İşte Steve’in en sevilen özelliklerinden biri de hem matrak hem de geyik bir NBA oyuncusu olması.

“Tanrım lütfen ben olmayayım. Üçüncü sıradan seçilmeye razıyım hatta dört ya da beş bile olabilir ama lütfen beni Vancouver seçmesin.”

DRAFTTA BİRİNCİ TUR, İKİNCİ SIRADAN SEÇİLİNCE BUNALIMA GİREN ADAM!!
1999 Draftına girilirken ön plana çıkan iki isim vardır. Duke Blue Devils’in yıldızı Elton Brand ve Maryland Terrapins’le yıldızı parlayan Steve Francis. Draft gecesi birinci sıradan Elton Brand seçilir. İkinci sıradan Vancouver’ın kimi seçtiği açıklanmadan evvel Steve dua etmektedir: “Tanrım lütfen ben olmayayım. Üçüncü sıradan seçilmeye razıyım hatta dört ya da beş bile olabilir ama lütfen beni Vancouver seçmesin.” Ve İkinci sıradan seçilen isim açıklanır: Maryland Terrapins’ten Steve De’Shawn Francis!! O an Steve’in dünyası yıkılır. Podyuma çağrıldığında bir gariptir. Gülümsemeye çalışır ama pek beceremez. En çok gitmek istemediği şehrin takımı onu seçmiştir. Üstelik takımda Mike Bibby gibi yıldız bir guard da mevcuttur. Şimdi anneannesinden uzağa soğuk Vancouver’a nasıl gidecektir?? Onu da yanına alsa soğuk iklim kadıncağızı daha fazla hasta edebilir. Gitmese belki hayatının en büyük fırsatını tepecektir. Francis hızlı bir seçim yapar. Grizzlies yöneticilerine kesinlikle takımda oynamayacağını Kanada’ya gitmeyeceğini ve hemen takas edilmek istediğini söyler. Eli kolu bağlanan Grizzlies yöneticileri de 3 takımın dahil olduğu bir takasa yanaşmak zorunda kalır. Vancouver, Steve Francis ve Tony Massenburg karşılığında Houston’dan Michael Dickerson, Othella Harrington, Brent Price, Antoine Carr ve gelecek yıllarda kullanmak üzere bir de birinci tur draft hakkı alır. Rockets, Orlando’dan Don Mc Lean’ı kadrosuna katarken Orlando da Vancouver’dan Michael Smith, Rodrick Rodes, Lee Mayberry ve Makhtar N’diaye‘yi Florida’ya getirir. Steve bu takastan oldukça memnundur. Soğuk ve ligin en kötü takımı Vancouver yerine şampiyonluğa oynamayı seven sıcak iklimli Houston’a transfer olmuştur.

PAYLAŞILAN ÖDÜL
Çaylak sezonunda lige bomba gibi girip oynadığı 77 maçın 77’sinde de ilk beş olarak maça başlayan Francis, 18.0 sayı, 6.6 asist, 5.3 ribaund ve 1.53 top çalma ortalamalarını yakalar. O kadar spektaküler oynamaktadır ki All-Star hafta sonundaki Slam Dunk yarışmasına çağırılır. Finale kadar gelerek Vince Carter’ın karşısına çıkan Francis, NBA tarihinin belki de en zevkli Slam Dunk yarışmasında Carter’a kaybeder ama inanılmaz bir hayran kitlesi kazanır. İlk sezonunda Steve’i en çok üzen olay draft gecesini unutmayan Vancouver seyircisinin kendisine karşı verdiği tepkidir. Sahaya ısınmaya çıktığı anda yuhalanmaya başlar. Seyirciler “Hain Francis, Satılık Adam, Korkak” gibi onlarca pankart açar. Buna rağmen Francis uzatmaya giden ilk maçta 24 sayı, 10 asist ve 9 ribaund ile oynayarak takımını galibiyete taşır. Kaybettikleri ikinci maçta ise Grizzlies potasına 30 sayı bırakarak seyirci baskısından etkilenmediğini gösterir. Ayrıca kariyerinin ilk triple-double’ına inanılmaz rakamlarla Golden State karşısında ulaşır; 25 sayı, 17 ribaund, 14 asist.
Houston’ın 34-48’lik galibiyet oranı ile playoff’lara kalamamasına rağmen Rockets taraftarı umutludur çünkü takım Brand’le beraber yılın çaylağı ödülüne ulaşan Francis gibi geleceğin süper starlarından birine sahiptir. Bu arada Steve, NBA’de Maryland’de kullandığı 23 numaralı forma yerine Iverson gibi 3 numarayı tercih eder çünkü Houston, Calvin Murphy’nin giydiği 23 numaralı formayı emekliye ayırmıştır. Tıpkı bu yıl Maryland’in 17 Şubat’ta Francis’in 23 numaralı formasını emekli ettiği gibi!.

PAZARA KADAR DEĞİL, MEZARA KADAR. AYRILMAK YOK TARİH STEVE’İ YAZANA KADAR
Ertesi yıl Steve daha başarılı bir performans ortaya koyarak ortalamalarını 19.9 sayıya ve 6.9 ribaund’a çıkarırken 6.5 asist ile bir kez daha ligin en önemli pasörlerinden biri olduğunu kanıtlar. Francis sezon boyunca 45 kez 20 sayının, 6 kez de 30 sayının üzerinde skor üreterek takımını sürükler. 24 kez double-double yapar. Bu arada Houston tarihinde bir ilk olarak takım içinde hem sayı, hem asist hem de ribaund kategorilerinde zirveye çıkan ilk isim olur. Toplamda ise 15 kategoride takımını sürüklemektedir. Ayrıca NBA tarihinde de bir ilke imza atarak bir sezonda aynı anda 500 asist ve 500 ribaund barajını geçebilen en kısa oyuncu olur. Kariyerinin en yüksek skoru olan 36 sayıya sadece 16 şut kullandığı 5 Aralıktaki Dallas maçında ulaşır. All-Star Çaylak maçında Sophomore takımında 20 sayı atarak kalitesini bir kez daha gösterir. Tüm bunlar taraftarları gelecek için daha da umutlandırır ve Steve Francis‘i artık. Steve “Franchise” olarak çağırmaya başlarlar. Takım önceki senelere göre bir yükseliş gösterip 45 galibiyet kazansa da Doğu Konferansından çok daha güçlü olan Vahşi Batı’da playoff’lara kalmayı başaramaz. NBA tarihinde ilk kez % 50 galibiyet yüzdesinin üzerine çıkmış bir takımın playoff’lara katılamaması da zaten Batının, Doğuya kıyasla ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır.

ÇARESİ BULUNAMAYAN BAŞ AĞRILARI!
Bu yıl Steve için oldukça zorlu geçen bir yıldı. Ligde bir çok maçı sakatlıkları dolayısıyla kaçırdı. Öncelikle doktorların aylarca nedenini tam olarak saptayıp tedaviye geçemediği migren ağrıları onun performansını yarıya indirdi hatta bir ara öyle bir hale geldi ki Steve kendinde sahaya çıkacak gücü bile bulamıyordu. Bu halini hepimiz All-Star hafta sonunda fazlasıyla izleme fırsatı bulduk. Taraftarların oyları ile ilk beşe seçilerek ilk kez All-Star olan Francis, ne Slam Dunk yarışmasında beklenilen hareketleri gerçekleştirebildi ne de All-Star maçında klasını ortaya koyabildi. Buna rağmen oynama fırsatı bulduğu 57 maçta 21.6 sayı, 7.0 ribaund ve 6.4 asist ortalaması tutturarak ölüsünün bile iş yapacağını gösterdi. Sezonun sonuna yaklaşıldığında Francis bir de omzundan sakatlanıp ameliyat olunca Houston yönetiminin de tavsiyesi ile bir süre ünlü Mayo Kliniğinde kalarak hem kolu için uygulanan rehabilitasyon programlarına katılır hem de doktorlar Francis’in migren ağrıları konusunda daha fazla test yapma olanağı bulur. Bu süreyi yatakta Destiny’s Child dinleyerek geçiren Steve’in probleminin iç kulağındaki sıvının miktarının normal değerleri tutmaması olduğu anlaşılır. Bu arada lafı geçmişken Steve fanatiklik derecesinde bir Destiny’s Child hayranıdır. Fanatikliğinin derecesini ifade etmek gerekirse, Gani Müjde için Naomi, benim için NEBL dans takımı neyse, Steve için de Destiny’s Child’daki ablalarım aynı önemi taşımaktadır!

HOUSTON VE FRANCİS İÇİN ÖNEMLİ YOL AYRIMI
Bu yıl Houston yönetimi önemli bir karar vermek zorunda. 2003 yılında takımın şu an geleceği olan Steve FA olacak ve Steve takımdan verilebilecek maximum ücreti istemekte ki bu da yaklaşık 7 yıllığına 90-95 milyon$ bir ücret olacak. Şu an 4. 4 milyon $ alan Francis’e acaba Houston yönetimi dilediği rakamı verecek mi? Eğer Steve takımdan ayrılırsa Steve’in en yakın arkadaşı Cutino Mobley üzerine kurulacak bir takım büyük bir ihtimalle seyirciyi fazla tatmin etmeyecektir çünkü yapılan bazı oylamalarda Houston’ın gelmiş geçmiş en sevilen oyuncusu olarak seçilen birinin takımdan ayrılması taraftarın büyük tepkisini çekecektir.
Gelecek sezon hakkında sön sözü Steve’e bırakacak olursak şöyle demektedir: “Bu yıl All-Star seçilmeme rağmen performansımdan memnun değilim. Sahada yüreğimin %100 ‘ünü ortaya koyamadım. Eğer biri Houston’a saldıracaksa bana saldırsın. Çünkü bunu hak eden tek kişi benim. Herkes gelecek yıl bizi izlesin. Yüreğimizle kimsenin tahmin bile edemeyeceği işler yapabiliriz. Takımımı playoff’lara taşıyamadığım sürece ‘Franchise’ lakabını hak ettiğimi söyleyemem.”
Bu çocukta yetenek var, liderlik özelliği var ve iyi bir kişilik de var yani basketbola yeni başlayanlar için örnek alınması gereken her tür niteliğe sahip. Üstelik her yıl Takoma Park takımındaki minikleri 6 kez tüm masraflarını kendi karşılamak üzere çeşitli turnuvalara gönderiyor ve fırsat buldukça da onlarla vakit geçiriyor. Sanırım NBA artık haşhaşçı, psikopat yıldızlar yerine bu tür oyunculara gerçek hakkını vermeli.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #24 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:16
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

KEVIN GARNETT
Boy: 6" 11 (2.11 m)
Agirlik: 220 lbs. (100 kg)
Pozisyon: Small Forward
Dogum Yeri: Mauldin, South Carolina
Dogum Tarihi: Mayis 19, 1976
Bitirdigi Okul: None
NBA Team: Minnesota Timberwolves

Adam Olacak Çocuk
Kevin Maurice Garnett, 19 Mayis 1976’da Mauldin-Güney Carolina’da dogdu. KG çocukken birazcik sokakta gezen belali tiplerden de olsa Okulda beyaz bir çocu gun bileginin kirildi gi bir kavgaya karistigi için tutuklanmisti.


Kevin’in öz babasi O’Lewis McCullough da tam anlamiyla bir basketbol delisiydi. KG’nin üvey babasi ise onun basketbol oynamasina pek de sicak bakmiyordu. Annesi Shirley Irby Garnett de çocugunun basketbol gibi “bos isler” ile ugrasacagina oturup ders çalisarak üniversiteye gitmesini arzulamaktaydi. Ama KG’nin okul ve derslerle arasi pek iyi degildi. Onun tek yapmak istedigi basketbol oynamakti. Bu yüzden Kevin, herkesten gizli olarak lisesinin basketbol takimi Mauldin Mavericks’te oynamaya basladi. Kevin’in ailesinin ise bundan haberi yoktu. Ögrendiklerinde de çoktan is isten geçmis ve Garnett maçlara çikmaya baslamisti. Artik Kevin’in basketbol oynamasinin engellenemeyecegi asikardi. Üstelik Kevin, bu oyunu gayet de iyi oynuyordu. Lisedeki ikinci yilinda KG’nin ünü giderek yayilmaya basladi. Garnett’in maçlarini kaçirmak istemeyen insanlar Mauldin Lisesi’nin salonuna akin ederek onun basketbol sovunu izliyordu

. Kevin Garnett, o günlerde basketbol vasitasiyla Stephon Marbury isminde New York’lu bir genç ile tanisiyor ve ikilinin arasindaki dostluk, kisa zamanda adeta iki kardesin iliskisine dönüsüyordu. KG, Güney Carolina’da Mauldin Lisesinde “Mr.Basketball” seçildikten sonra son sinifta Chicago, Illinois Eyaleti’ndeki Farragut Akademisi’ne geçmek zorunda kalmisti. 1995 sezonunda %66.6 sut yüzdesi ile 25.2 sayi, 17.6 ribaund, 6.7 asist ve 6.5 blok ortalamariyla oynayarak, spektaküler smaçlari ile adini duyuran ama ne yazik ki kötü bir trafik kazasi sonucunda bir lise efsanesi olmaktan öteye gidemeyen Ronnie Fields (1996’da Amerikanin en iyi bes lise oyuncusundan biri olarak seçilmisti) ile birlikte takimini 28-2’lik bir seride sirtlayan oyuncu olurken Amerika’nin en yüksek tirajli gazetelerinden USA TODAY tarafindan yilin basketbol oyuncusu olarak seçilirken, Parade ve Slam Dergilerince de Amerika’daki en iyi bes lise oyuncusundan biri olarak gösterildi. Kevin’in Brooklyn’li kankasi Steph ise Parade tarafindan 1995 yilinin en iyi lise oyuncusu seçilmisti. Garnett, Springfield'da düzenlenen birinci Nike Hoop Summit turnuvasinda, Amerikan Genç Milli takima davet edildi ve ilk defa Amerikan Ulusal formasini giydi. Yapilan maçta Amerikan Genç Milli Takimi, uluslararasi oyunculardan olusan karma takimi zor da olsa 86-77 maglup ederken KG, 10 sayi, 10 ribaund ve 9 blokla triple-double'i kil payi kaçiriyordu. (1999'da KG, Porto Riko’da düzenlenen Amerika Kitasi Olimpiyat elemelerinde ikinci kez milli formayi giyme sansini yakaladi. KG'li Amerikan Milli takimi, 11 günde çiktigi 10 maçin 10'unda da galip gelerek altin madalyaya uzanirken, Garnett 11.9 sayi, 7.0 ribaund, 1.9 asist, 2.2 blok ve 1.7 top çalma ortalamalari ile Gary Payton, Tim Duncan ve Jason Kidd ile birlikte takima kattigi yüksek enerji ve nefes kesen smaçlariyla seyircilerin begenisini toplamisti) Tekrar KG’nin Lise son siniftaki son günlerine dönelim. KG, Ron Mercer, Shareef Abdur-Rahim ve Stephon Marbury gibi ülkenin en iyi lise oyuncularini karsi karsiya getiren St.Louis’deki 1995 McDonalds All-American maçinda 18 sayi, 11 ribaund, 4 asist ve 3 blok üreterek, Most Outstanding Player ödülünü kucaklarken (1995 McDonalds All-American maçinda oynayan ve simdi NBA’de forma giyen diger oyuncular: Kobe Bryant, Vince Carter, Paul Pierce, Chauncey Billups, Antawn Jamison ve Robert Traylor) ardinda toplam 2533 sayi, 4807 ribaund ve 739 blokluk bir lise kariyeri birakiyordu. Normal sartlar altinda Kevin Garnett çapinda bir oyuncuyu kapmak için çogu NCAA takimi kiyasiya bir yarisa girerdi (KG’nin NCAA’de oynayamiyacagi belli olmadan önce Michigan, Michigan State, DePaul, North Carolina ve Illinois üniversiteleri ile görüstügü söyleniyordu) ama Kevin, son SAT sinavinda kaldiginda artik koleje kabul edilme ihtimali ortadan kalkmisti. Iste bu yüzden artik sansini NBA’de denemeye karar verecekti.





Timberwolves
1995 NBA Draftina; Jerry Stackhouse, Rasheed Wallace, Antonio McDyess, Joe Smith, Damon Stoudemire ve Michael Finley gibi bir çok bomba isim katildigindan Kevin Garnett’in kaçinci siradan seçilecegi merak konusuydu. Çünkü 1975 Draftinda Philadelphia tarafindan 5.siradan seçilen Darryl Dawkins’den tam 20 yil sonra ilk defa bir Lise oyuncusu NBA draftinda seçilme sansina sahipti. (NBA tarihinde, üniversitede oynamadan liseden direk lige katilan ilk oyuncu efsanevi Moses Malone’dur. NBA Draftinda 1.siradan seçilen ilk liseli oyuncu ise 2001’de Washington Wizards tarafindan seçilen Kwame Brown’dur. Bu sirada Minnesota’nin basketbol faaliyetl erinden sorumlu basketbol faaliyet

lerinden sorumlu baskan yardimcisi eski Celtics efsanelerinden Kevin McHale ve takimin coach’u Flip Saunders, Timberwolves için ilginç bir draft stratejisi belirlemisti. Ortaliga Kevin Garnett’in bulunmaz bir Hint kumasi olduguna ve onu kesinlikle kaçirmayacaklarina dair söylentiler yayacaklardi. Böylelikle spekülasyonlara aldanip panige kapilan takimlardan birinin “Bu adamlarin kesin bir bildigi vardir!! Biz elimizi bunlardan önce tutalim da su çocugu alalim” diye Garnett’i seçecegini ümit ediyorlardi. Hayallerindeki oyuncu ise North Carolina’da Michael Jordan’in tahtina aday gösterilen skorer guard- forvet Jerry Stackhouse idi. McHale ve Saunders planlarinin tikir tikir isleyecegini, bu sekilde de diger takimlari kandırarak Stack’in dogrudan kucaklarina düsmesini saglayacaklarini hesaplamaktaydi.

Ama Garnett, Minnesota’nin planlarini çöpe atan isim oldu. O güne kadar bir tek Minnesota yetkilisi bile Garnett’i izlemeye gitmemisti. Bu yüzden KG’nin nasil bir oyuncu olduguna dair en ufak bir fikirleri bile yoktu. Garnett, Chicago’da çiktigi bir work-out’ta öyle bir basketbol sovu sundu ki Saunders ve McHale salondan ayrilirken ikisinin de agzi açik kalmisti. Tam salonun disina çiktiklarinda Saunders döndü ve McHale’e sunlari söyledi: “Kevin bu çocugu alacagimizi kimse bilmemeli!! Eger onu 5.sirada alabilirsek sansliyiz.” Bir önceki sezonda ancak 21 galibiyet alabilen Timberwolves için yazarlar, takimi çekip çevirebilecek ve kendisini NCAA’de ispatlamis Damon Stoudemire gibi bir guard’a ihtiyaç duyuldugunu yazmaktaydi. Birakin Garnett gibi daha olgunlasmamis bir lise oyuncusunu Jerry Stackhouse’un bile bir kumar olabilecegini iddia ediyorlardi. Yani Garnett gibi uzun yillara yayilmasi gereken bir draft planinin baslangici, degil kumar oynamak intiharin ta kendisiydi!! Drafttan evvel McHale, Saunder’s söyle dedi: “Flip eger bu çocuk basaramazsa ikimiz de kovuluruz!!” Draft gecesinde Maryland’li Joe Smith (ki gelecek yillarda Minnesota’yla usulsüz anlasma yaparak Timberwolves’un basini oldukça agritacakti) 1.sirada Golden State tarafindan seçiliyordu. Clippers hakkini Antonio McDyess’dan, Sixers Jerry Stackhouse’tan ve Washington da Rasheed Wallace’tan yana kullanmisti. Besinci siradaki Timberwolves’ta ise McHale ve Saunders, Garnett’i kaçirmamanin getirdigi rahatlikla oldukça derin bir nefes aliyordu. Minneapolis Lakers’tan Minnesota Timberwolves’a… Minnesota, 1989-90 sezonunda Orlando Magic’le beraber NBA’e katildiginda, Minneapolis ikinci kez bir NBA takimina ev sahipligi yapma sansini yakalamisti. Sehrin ilk NBA takimi ise daha sonra Los Angeles’a tasinacak olan ve George Mikan ve Elgin Baylor gibi efsanevi isimlerin oynadigi Minneapolis Lakers idi. Timberwolves bir anda Minnesota’ya yeni bir heyecan getirdiyse de takimin aldigi kötü sonuçlar ve genelde sezonu hep 3 asagi 5 yukari 20 galibiyet alarak tamamlamalari neticesinde heyecan duygusu yerini hayal kirikligina birakti. Minnesota o kadar kötü bir takimdi ki hatirlarim babam, ben 12-13 yasimdayken bana televizyona baglanan oyunlardan almisti. Tabii o zamanlar simdiki gibi playstation falan yok. Benim de favori oyunum binbir güçlükle buldugum “dandik” bir NBA oyunuydu. Oyunun tasarimcisi Çinli programci, fanatik bir Knicks taraftari ve Starks hayrani oldugu için John Starks oyundaki en iyi oyuncu olarak tasarlanmisti. Ben de New York Knicks’in karsisina “ezik” Minnesota’yi alip John Starks’a 50 üçlük attirmaya ya da Patrick Ewing’e 40 blok yaptirmaya ugrasirdim. Iste Kevin Garnett geldikten sonra Minnesota’nin oyunlara bile yansiyan bu makus talihi tersine döndü. Garnett gerçek anlamda ilk profesyonel maçina Milwaukee Bucks karsisinda çikti. KG bu maçi söyle anlatiyor: “Ilk maçimda karsimda Glenn “Big Dog” Robinson vardi. Baslarda maç oldukça keyifliydi. Çünkü posterleri odamin duvarlarini süsleyen biri karsisinda oynamak bana heyecan veriyordu. Ama maç ilerledikçe çabuk ögrenmek zorunda kaldim. Big Dog bazi pozisyonlarda gerçekten bana günümü gösterdi. Ama ikinci karsilasmamizda intikamimi aldim. Çünkü bu kez hazirlikliydim. Rövansta 6 kez Bucks potasina bastim. Ayrica koca köpegi de %34 sut yüzdesiyle oynattim. Daha ne isteyebilirdim ki!!” Garnett kariyerinin ilk üç ayina takimin yedek kisa forveti olarak basladi. (Bu aradaGarnett’e de kisa forvet diyoruz ya insaf, adam 2.11!!) Bu 3 aylik sürede ise 6.2 sayi ve 3.8 ribaund ortalamalari ile oynuyordu. Hatirlayacaksiniz, geçtigimiz aylarda Kenny Smith ve Charles Barkley’in Yao Ming hakkinda girdikleri iddia ve Sir Charles’in olayı, Smith’in Ming hakkinda yorum yaparken KG’nin de ilk aylarinda pek parlak bir performans ortaya koyamadigini ama sonra kendisini yavas yavas toparladigini hatirlatmasiyla baslamisti. Gerçekten de Garnett, kendisine ilk beste yer bulmaya basladigi Ocak ayinda aniden ortalamalarini 14.0 sayi ve 8.4 ribaund’a çikardi. All-Star haftasonunda çaylaklar takimina da seçilen KG, Bati takimi hanesine 8 sayi, 6 asist, 4 ribaund eklerken Dogu takiminda Damon Stoudemire ve Jerry Stackhouse etkili oyunlariyla takimlarini 94-92’lik skorla Bati karsisinda galibiyete tasiyordu. KG çaylak sezonunda 10.4 sayi ve 6.3 ribaund ortalamalari ile oynayip NBA’in en iyi ikinci çaylak takimina (All Rookie Second Team) seçildi. Ama Minnesota KG’nin katkisina ragmen bir kez daha 20’li galibiyetlerden kurtulamamisti.




10 Yıldan beri Minnesota'da basketbol oynayan Kevin Garnett hala burada basketbol yaşamını sürdürüyor. Kariyerin de maç başına 20.2 sayı Ortalaması ile oynuyor.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #25 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:17
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Allen Iverson
Daha çocuk yaşta ona gebe olan bir anne, babasız, fakir, sefalet içinde geçen ve ailesinin aldığı tüm yanlış kararların yaşamını doğrudan etkilediği bir hayat. The Answer Sizlerle.
Allen Iverson, 6 Temmuz 1975 tarihinde Hampton, Virginia’da doğdu. Allen doğduğunda annesi Ann sadece 15 yaşındaydı. Ve Allen’ı tek başına yetiştirmek zorundaydı. Hampton’ da yaşadıkları ev ise kanalizasyon şebekesinin hemen üzerinde olduğu için sık sık lağım taşkınlarına maruz kalmaktaydı. Iverson’ın gerçek babasını merak edenleriniz varsa, Iverson’ın hayatıyla biyolojik olarak onun babası olması dışında hiçbir ilgisi olmadı.
Iverson’ların evinde ödenmeyen faturalardan dolayı genelde su ve elektrik kesik olurdu. Ama küçük Allen gene de annesine kızgın değildi çünkü mevcut duruma göre annesinin zaten elinden geleni yaptığını düşünmekteydi.

Allen daha sonra kendi başının çaresine zor bakarken hayatına giren iki kızın da sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldı: Kardeşleri Brandy ve Iliesha.
Özellikle küçük Iliesha’nın lağım suyu baskınların getirdiği sağlıksız koşullar nedeniyle sık sık hastalanması zaten mali problemler yaşayan aileyi daha da büyük bir krize sürükledi.

Iverson’ın hayatındaki dönüm noktalarından belki de en önemlisi, annesinin o daha çok küçük yaşlardayken oğlunun spora yetenekli olduğunu keşfederek onu bu yönde desteklemesi. Zaten bu dönemde annesinin daha iyi bir hayat için kurduğu tüm hayallerin merkezinde Allen’ın spor konusundaki yeteneği bulunmaktadır. Belki İnanmayacaksınız ama, Iverson çocukluğunda basketbola karşı pek de fazla ilgili değildi. Annesi onu zorla basketbol oynamaya yolladı ona bu oyunu sevdirmek için maddi bakımdan zorlanarak da olsa Jordan ayakkabıları ve buna benzer basketbol malzemeleri aldı.Iverson ailesinin yaşadığı yer olan Hampton, çetelerin kol gezdiği,uyuşturucu ve suçun adeta günlük sıradan bir olay olduğu tabiri caizse tam baş belası bir yerdi. Allen daha 14 yaşındayken yakın arkadaşlarından birinin bıçaklanarak öldürülmesine şahit olmuştu. Bu olayın üstünden fazla geçmeden katıldığı bir partide en yakın arkadaşı gözlerin önünde vurulmuştu. Annesi ile yaşayan Ive’nin babası yerine koyduğu adamsa uyuşturucu satarken yakalandı.


Iverson genç yaşında bu gibi sorunlarla boğuluyor ve bu olayları kafasından atmak aklını başka şeylere vermek istiyordu ve kendini spor a yöneltti. Basketbol ve Amerikan futbolu en sevdiği sporlardı.Basketbol Iverson için boş vakitlerini değerlendirdiği hoş bir uğraştı sadece. O kendini Amerikan futboluna daha yakın görüyordu annesi ise onun basketbol ile ilgilenmesini istiyor, ona nasıl şut atılacağını içeriye nasıl dribling
yapılacağını gösteriyordu. Iverson ile ilgilenen sadece annesi değildi. İlköğretim öğretmeni Amerikan futbolu takımı antrenörü Gary Mooredu idi. Mooredu Ive’nin atletik özelliklerini fark etmişti ve onu Hampton’nun belalı sokaklarında uzak tutmak istiyordu.Ancak Iverson hala Amerikan futbolunu basketbola tercih ediyordu.Ta ki 15 yaşına kadar....



İNANILMAZ OLAN....
Bir gün Ive yine basketbol oynarken kısacık boyuna rağmen nizami olan bir potaya smaç attı. O maçtan sonra hissettikleri Allen’a geleceği için önemli bir karar verdirecekti.
Lisede okulunun hem basketbol takımında hemde Amerikan futbol takımın da oynadı. Bethel lisesini adeta tek başına eyalet şampiyonu yaptı. Aynı başarıyı Amerikan futbol takımında da gerçekleştirince Virginia’daki liseler arasında en iyi sporcu ödülünü aldı, bu ödül bir ilk ama asla sonuncu olmayacaktı... 1992 yılında ise Amerikan futbol takımını şampiyon yapmıştı ve hayatının belkide en güzel ve mutlu günlerini geçiriyordu. Ama 1993 yılı hiçde öyle geçmeyecekti. Hayat ona en acı sürprizini hazırlıyordu .......




HAPİSHANE GÜNLERİ....
Bir gün Iverson arkadaşları ile bowling oynamaya giderken yollarını ırkçı bir grup beyaz çevirdi. Karşılıklı sözlü sataşma kısa süre içinde büyük bir kavgaya dönüştü. Kavga bittiğinde ise Iverson çete kurarak kavga çıkarmak suçundan tutuklandı. Elliden fazla kişinin katıldığı kavgada sadece dört siyah tutuklanmıştı ve Iverson onlardan biriydi onun için istenen ceza 15 yıl hapisti. Olanlara inanamıyordu artık tüm rüyaları ona uzaktı. Lise diploması,üniversite ve profesyonel sporculuk artık rüyaydı. Ama bir Amerikan rüyasının gerçekleşeceğini nereden bilebilirdi.
Iverson'ın aldığı ceza Amerika’da geniş yankı yarattı. Irkçı bir örgüt olan Ku Klux Klan örgütünün bu olayı bilinçli olarak yarattığını siyah bir oyuncunu başarılarını engellemek için bu olayları çıkardıkları iddia edildi.

Iverson’ın annesi oğlunu kurtarmak için her şeyi yapıyor her kapıyı çalıyordu aklına Georgetown Üniversitesinin disipliniyle tanınan ünlü antrenörü John Thompson geldi hemen Thompson u aradı ve Thompson eğer hapisten çıkarsa onu Georgetown Üniversitesine alacağını söyledi üstelik ona burs verecekti diğer taraftan çeşitli örgütler de Iverson'ın aldığı cezayı protesto ediyordu. Virginia valisi davayı tekrar görüşülmesine karar verdi.


Bunun sonucunda Iverson'ın cezası ağır ceza kapsamından çıkarıldı,davanın çocuk mahkemesi yetkisinde olması gerektiği ve cezası dört ay bir çiftlikte çalışmak olarak açıklandı. Iverson o dört ayın sonunda serbestti ve hayallerini gerçekleştirmek için tek yapması gereken lise diplomasını almaktı .O da bunu gerçekleştirerek Georgetown Üniversitesinin yolunu tuttu.



ÜNİVERSİTE GÜNLERİ...
Iverson'ın Üniversite günleri pek kolay olmadı. Bu seviyedeki basketbola pek de hazır değildi. Rakip takımın taraftarları maç sırasında ona sürekli ^hapishane kuşu^ olarak seslenmeleri onu olumsuz etkiliyordu.Herşeye rağmen Iverson'a güvenmeye devam eden antrenör Thompson da yoğun eleştirilere maruz kalıyordu. Çok geçmeden Iverson kendini toparladı ve NCAA in sayılı oyuncuları arasında gösterilmeye başladı ertesi senede farklı değildi ancak saha dışındaki sorunlar Iverson'ın peşini bırakmıyordu.


Kardeşinin önemli sağlık sorunları vardı ve annesi tedavi masraflarını karşılayabilecek durumda değildi. Ailesinin şiddetle paraya ihtiyacı olduğu dönemde Iverson üniversiteyi bırakarak NBA gitme kararı aldı zaten başkada seçeneği yoktu. Ive kısa süren üniversite kariyerinde 67 maçın 66 sında ilk beş başlamış ve oynadığı her iki sezonda da Georgetown üniversitesinin baş skoreri olmuştu. Georgetown’da geçirdiği iki yılın sonunda arkasında bir çok ödül bıraktı. 20.4 sayı ve 4.5 asist ortalamaları ile oynadığı 1994-95 sezonunda Big East Ligi’nin en iyi çaylağı ve savunmacısı ödülüne ulaştı. 25.0 sayı, 4.7 asist, 3.35 top çalma ortalamalarıyla oynadığı 1995-96 sezonunda ise ismi Big East’in en iyi ilk beşindeydi ve tekrar yılın takımına seçildi..

Ve NBA Günleri...

İverson 1996 Draftlarında 1. sıradan Philadelphia Sixer's tarafından draft edildi. Philadelphia Sixer's takımında başladığı kariyerine hala bu takımda devam etmektedir. İverson bir maçta tek başına 60 sayı atabilmesi ve 40-50 sayının altına düşmemesi ile 2004-2005 NBA liginde takımını tek başına surtlayan kişi oldu. Kariyerinde 5 Kez Allstar maçına çıktı, Sezon başına Nba kariyeri 3 Sayı ortalaması %31, 2 sayı ortalaması %41, Serbest atış ortalaması ise %75 oldu. 57 Kez Play-off maçına çıktı. Boyu, 1,83, Kilosu 75.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #26 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:21
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

VINCE CARTER 15 '' Vinsanity,Vince The Prince,Half Man Half Amazing''

NBA'deki Takımı : New Jersey Nets
Doğum Tarihi : 26 Ocak 1977
Boyu : 1.98
Kilosu : 97

Başarıları

1- 1998 Yılın Çaylağı Ödülü
2- 2000 NBA All-Star Slam Dunk Şampiyonluğu
3- 3 All-Star Maçı Genel Oylaması 1.liği
4- 1 Olimpiyat Altın Madalyası

Verdiğimiz bu kısa bilgilerden sonra daha detaylı bilgilere geçelim.




Vince Carter 26.01.1977 yılında Florida'da Dünyaya geldi. 9 yaşında iken, 12 yaş altı eyalet turnuvasına katıldı. Kısa boyuna rağmen oynadığı basketbol ile bir anda tüm dikkatleri üzerine çekti. Vince Carter bugün ayakta alkışladığımız smaçlarının ilkini 13 yaşında yapıyordu. Ancak babası Harry Carter'ın orkestra şefi olması Vince Carter'ın hayatına müziği soktu. Vince Carter Lise yıllarının sonuna geldiğinde 7 farklı enstruman çalabiliyor bunun yanındada okulun basketbol ve voleybol takımlarının kadrosunda bulunuyordu. Fakat Vince Carter liselerarası turnuvada bir maçta 47 sayı, bir diğer maçta on dan fazla blok yapınca tercihini baketboldan yana kullanmıştır. Carter lisedeki son yılında ligin en iyi 3. forvet oyuncusu olarak gösteriliyordu.

Vince Carter, üniversitedeki tercihini Rasheed Wallace ve Jerry Stackhouse'u NBA'e kaptıran fakat Amerika'nın en iyi NCAA takımı olma özelliğini koruyan UNC'den yana kullandı. UNC o sezona 2 yeni çaylak Vince Carter ve Antawn Jamison ile başladı. Vince sezon boyunca hem oyun kurucu hemde kısa forvet olarak oynadı. 19 kez ilk 5 başladı. Fakat ilk sezonda beklendiği gibi iyi zamanlar alamadı. Yalnızca 10 maçta çift haneli sayılara ulaşabildi. İlk yılını 7.5 sayı, 3.8 ribound ve 1.3 asist ortalamaları ile tamamladı. Fakat Vince Carter o sezon bütün seyircileri muhteşem smaçları ile coşturmayı başardı.

NCAA'de ilk sezonunda fazla zaman bulamayan Carter, o sezon McInnis'in NBA'e gitmesi ile rahat bir nefes aldı. Maç başına ortalaması bir anda 28dk. olan Carter fırsatı tepmedi. Takımını hem final four'a taşımayı hemde kendisine müthiş bir hayran kitlesi yarattı. Takımının en skoreri olarak UNC'yi Final Four'a soktu. O sezon final four'da Airzona'ya mağlup olan UNC aradığı başarıya ulaşamadı. Ancak Carter gibi çok büyük bir starı Dünya basketboluna kazandırmayı başardı. O sezon NBA Slam Dunk şampiyonu olan Kobe Bryant'ın yaptığı hareketlerin çoğunu Vince Carter rakip savunmalara karşı yapıyordu.

Çalışma azmi ile şut yüzdesini doğru orantılı olarak arttıran Carter, 3. sezonuna bomba gibi girme isteğindeydi. Vince o sezon 15.6 sayı ortalamasına ulaşıyor ve takımını 2. skoreri oluyordu. Fakat UNC bir kez daha şampiyonluğa ulaşamıyordu. Vince Carter ise NCAA'deki son maçında sahanın en skoreri oluyordu(21 sayı).




Vince Carter 4. sezonunu beklemeden profesyonellik kararı aldı. Zaten uzun süredir ona olan ilgi fazlaydı. Vince Carter geçen 3 sezonun tamamında NBA menajerlerinin listesinde bulunuyordu. NBA'de durum ise sürekli kötüye gidiyordu. M.J'in basketbolu bırakmasının ardından özellikle seyirci bazında düşüklük yaşanmaktaydı. Tam da bu sırada Vince Carter ilaç gibi gelmişti. Özellikle NBA'de bir lider oyuncunun eksikliği bulunmaktaydı. Ve Carter kararını verip 1998 NBA Draftına katıldı.

Bizim içinde ayrı bir önem taşıyan bu draft organizasyonunda Vince Carter 5. sıradan Golden State takımına seçiliyordu.



Fakat eski üniversite arkadaşı Antawn Jamison ve bir miktar para karşılığı Kanada yolunu tutuyordu. O sezonki lokavt Vince'in hayalini yarıda bıraktı. Ancak Şubat ayında başlayan sezonda ilk maçına Boston karşısına çıktı. O maçın son periyodunda yaptığı müthiş smaç ile jeneriklere ilk kez konu oluyordu. Toronto Raptors'ın yeni salonu Air Canada Centre'ın açılışında attığı 27 sayı ile kendisine Air Canada ünvanını takmayı başarıyordu. O sezon sonunda Vince Carter ile Toronto bir rekora imza atıyorlardı. Carter, 118 oyun 113'ünü alarak yılın çaylağı olurken, Toronto %46'lık oran ile NBA'de takım rekorunu kırıyordu. Carter o sezonu 18.3 sayı, 5.7 ribound ve 3.0 asist ortalamaları ile bitiriyordu. NBA özlediği ortama Carter ile kavuşmuştu.



Giden seyirciler yeniden salonları doldurmaya başlamış, özellikle Toronto Raptors'ın maçları yok satar olmuştu. Ulusal kanallar Toronto maçlarını önceleri yayınlamazken gelen yoğun istekler üzerine maçları yayınlamaya başladılar.

Carter 1998'de NBA'ye besinci sirada Toronto Raptors tarafindan Draft edildi.Ayni sene 1998-1999 sezonunda yilin en iyi Caylagi secildi.Vince Carter ikinci sezonunda (sophamore) buyuk bir taraftar kitlesi sayesinde 2000 yili All-stari oldu.Carter 2000 yilinda smac yarismasinada katilarak o yaratici ve olaganustu smaclari ile 2000 All-star Samc sampiyonuda olarak adini herkese duyurdu. Vince Carter bir ilke imza atarak verilen bir odul ile"Gelcegin atleti" unvaninida kazandi.Drafttan once Bostan Celtics menejeri Leo Papile Carter icin "Kolejde en cok ilgimi ceken oyuncuydu Inanilmaz bir oyuncu ve korkutucu bir yetenek demisti.Bu genc Jordanin velihati olucak dediginde ise herkesi sasirtmisti.Daha ikinci sensinde Unlu spor markasi NIKE ile anlasti ve nike onun icin ayakkabidan ote t-shirt , sort vb... uretmeye basladi ve tabii ahyranlarida nike'a hucum etti. Neyse , Vince'in kolej onurlarinda iki Final Four oynama, All-American Second Team takimina secilme, North Carolina oncesi All-ACC takimina secilme gibi buyuk basarilari var.Bu arada Vince'e verilen oduller arasinda dunyanin en iyi oyuncularindan birisi oldugunu gosteren bir odulde vardi.Bolgesel Bati karmasina 1997 ve 1998'de iki kez NBA gitmeden secildi.NBA'de ilk sezonunda Toronto ile , Carter tum caylaklar icinde en skorer oyuncu olmasina karsin caylak yilinda 6 kezde double doubles yapti. Ribaundlarda 5.7 ile dorduncu , top calmada 1.10 ile besinci , sut yuzdesinde de %45'lik bir yuzde ile oynayip altinci , serbest atislarda %76 ile sekizinci oldu. Caylak sezonunda , sezonun kendisi acisindan en yuksek sayisini 32 sayi ile Houstan Rockets'e atti ve kendi rekorunu bir sene sonra 47 sayi ile Milwaukee'ye atarak kirdi. Ilk defa bir Torontolu oyuncu NBA'de Haftanin Oyuncusu secildi.

İlk play off serisinde New York karşısına çıkan Carter ve arkadaşları hiçbir maçtan galip ayrılamıyor ve rakibine 3-0 ile boyun eğiyordu. Carter 2000 yılı yazında yapılan Sydney olimpiyatlarında takımına altın madalayı kazandırıyor kendiside dev Weis'ın üzerinden yaptığı smaç ile tarihe geçiyordu.

Bir sonraki sezonda takımına 47 galibiyet kazandıran Carter, sezonu 27.5 sayı ile tamamlıyor ve birkez daha New York'un play off lardaki rakibi oluyordu. Fakat bu kez daha olgun bir Toronto, Knicks'e yetiyor seriyi 3-2 ile geçen Carter ve arkadaşları 76ers'ın Doğu yarı finalindeki rakibi oluveriyordu. Seri tamamen Iverson, Vince savaşı şeklinde geçti. 3.maçta 50 sayı kaydeden Vince Carter play off rekorunu kırdı. Serinin son maçında Oakley'in kaçırdığı boş turnike belkide Toronto'nun kaderini değiştiriyordu. Ayrıca o maçta Iverson 16 asist ile kariyer rekoru kırıyordu. Bunun yanında hakemin son 2 saniyede Vince'e 3'lük pozisyonunda faul yapılmasına rağmen topu kenara vermesi hala akıllarda. Bu son topu kullanan Carter basketi bulamayınca Toronto o sezona şanssız şekilde veda ediyordu. Aynı yaz takımı ile sözleşmesini 6 yıl uzatan Carter bunun yanında 94 Milyon $ alacaktı. Seri tamamen Iverson, Vince savaşı şeklinde geçti. 3.maçta 50 sayı kaydeden Vince Carter play off rekorunu kırdı.



Serinin son maçında Oakley'in kaçırdığı boş turnike belkide Toronto'nun kaderini değiştiriyordu. Ayrıca o maçta Iverson 16 asist ile kariyer rekoru kırıyordu. Bunun yanında hakemin son 2 saniyede Vince'e 3'lük pozisyonunda faul yapılmasına rağmen topu kenara vermesi hala akıllarda. Bu son topu kullanan Carter basketi bulamayınca Toronto o sezona şanssız şekilde veda ediyordu. Aynı yaz takımı ile sözleşmesini 6 yıl uzatan Carter bunun yanında 94 Milyon $ alacaktı.

2004-2005 sezonu icerisinde ise Toronto Raptorstan ayrılarak New Jersey NETS'e takas edildi. Vince Carter dünyada 3 milyondan fazla hayranı ile herkesin gönlune girmeyi başardı .
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #27 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:24
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

NBA YENİ SÜPERSTARINI YARATIYOR; LEBRON JAMES


Şu anda Amerika’da NBA Playoff’larının heyecanı yaşanıyor yaşanmasına ama çok değil sadece bir ay sonra, playofflarda Konferans finalistlerinin veya şampiyonlarının belirleneceği maçlar oynanırken, 22 Mayıs’da draft lottery’si çekilip, 26 Hazirandaki 2003 NBA Draftında ilk sıradan seçim yapacak takım belirlendiğinde, gündeme oturacak tek konu, seneye bu şanslı takımın kadrosuna katacağı 18 yaşındaki LeBron James olacak.

NBA aslında sadece bir basketbol ligi değil. Müthiş pazarlama stratejileri ile milyarlarca doların aktığı, bir çok iş sahası yaratan, inanılmaz büyüklükte, muazzam bir pazar. Yani, sadece 3-4 takımın şampiyonluk mücadelesi verdiği, 20-25 oyuncu üzerinde dönen sıradan bir lig değil NBA. Ligde yer alan çok oyuncunun kullandığı ayakkabıdan formaya, banttan bilekliğe kadar basketbol severlere parlak spotlar altında yeni alışveriş ve tüketim sahası yaratan, büyük bir pazarlama şirketi aslında. Ve bu şirket üzerindeki ilgiyi kaybetmemek, yayılma ve pazarlama alanını daha da genişletmek için, eski yıldızların süresi dolduğunda yenilerini ortaya çıkartmak adına büyük çalışmalar da yapmakta. (Magic Johnson, Michael Jordan, Kobe Bryant gibi oyuncuların tüm dünyaca tanınması, Yao Ming’i lige dahil edilerek Çin pazarına Amerikan ürünlerinin sokulması gibi.)

Dr.J ve Kareem Abdul-Jabbar’la başlayan bu pazarlama ve gençlerin gözünde yeni starlar, örnek alınacak fenomenler yaratma projesinin ürünleri daha sonra Magic Johnson ve Larry Bird olmuştu. Bu iki yıldız yaşlanınca ise yerlerini Michael Jordan, Charles Barkley, Dennis Rodman gibi oyuncular aldı. Daha sonra Grant Hill’i piyasaya süren ama sakatlıklardan dolayı istediği verimi alamayınca tekrar Jordan’a dönen bu şirket şimdi ise Kobe, Iverson, Garnett, T-Mac gibi oyuncularla gündem oluşturmakta. Kobe, Iverson, T-Mac gibi günümüzün yıldızlarının yerini ise gelecek 3-5 yıl içindeki Carmelo Anthony ve LeBron James alacak.

26 yıldır düzenlenen ülkenin lise son sınıf oyuncularını içeren en prestijli organizasyonu olan McDonald’s All-America maçı 26 Mart’ta Cleveland’da yapıldı. 2 gün evvel yapılan Slam Dunk şampiyonasında birincilik ödülünü alan LeBron James, maçta da 27 sayı, 7 ribaund, 7 asist üreterek Doğu takımına galibiyeti getirdi ve MVP ödülüne ulaştı. 5 gün sonra, Illinois Chicago’da yine gelenekselleşen EA Sports Roundball Classic maçına çıkan James, bu maçta da 28 sayı, 6 ribaund ve 5 asist ile takımına galibiyeti getirerek 2.MVP ödülünü aldı. 17 Nisan’da liseli olarak ülke çapında düzenlenen son maçına geleneksel Jordan Capital Classic maçıyla çıkan James, 34 sayı, 12 ribaund ve 6 asist ile 3.MVP ödülünü alarak lise kariyerine veda etti.

NBA’in, lise ve üniversite de yetenekleri ile sivrilen oyuncular arasından, aile yaşantısı, davranışları ve kişiliği ile hayranlık duyulan ideal model oyuncu yaratma yolunda, 5-10 yıllık dönemlerde ortaya çıkardığı, Dr.J ile başlayan Magic Johnson ve Larry Bird ile devam eden, Michael Jordan’la üst noktaya ulaşan, Grant Hill (sakatlıklardan dolayı istenilen verim alınamamış ve tekrar Jordan’a dönülmüştü), Kobe Bryant, Allen Iverson, Kevin Garnett ve Tracy McGrady gibi oyuncularla yürüttüğü bu stratejinin ortaya çıkardığı son oyuncu LeBron James, NBA’in ve basketbol dünyasının yeni süperstarı olma yolunda ilerliyor.
Önümüzdeki aylarda uzun uzun kendisinden bahsedeceğimiz, draft döneminde hemen hemen her dergide görebileceğiniz LeBron James’i, size bu ay kısaca tanıtmaya ve özelliklede son oynadığı ve MVP ödüllerini kaptığı 3 geleneksel maça biz göz atalım istedim.
LeBron çılgınlığı
2003 NBA Draftına katıldığı taktirde (ki büyük bir ihtimalle katılacak) 1.numaradan seçileceği düşünülen ve özellikle geçen yazdan bu yana fenomen haline getirilen James, 30 Aralık 1984 doğumlu ve 2.03 boyunda. 16 yaşında lise 2.sınıftayken, 25.3 sayı, 7.4 ribaund, 5.5 asist ortalamaları ile Ohio eyaletinde adını duyuran James, ilk olarak gündeme USA Today tarafından en iyi lise takımı ilk 5’ine seçilerek gelmişti. Yaz sezonunda adidas ABCD kampında yeteneklerini bir kez daha sergileyen James, kendisini takip eden bir çok Amerikalı basketbol otoritesi tarafından “Kobe ve T-Mac karışımı bir oyuncu” olarak tanıtılmış, lise 2.sınıfta olmasına rağmen “NBA’e şimdiden hazır, 3.sınıfın sonunda imkan yaratılsa rahatlıkla NBA’de oynar” denilerek basketbol severlerin aklına ve diline dolanmaya başlamıştı.
Bu tip söylentilerin her yıl onlarca genç oyuncu için yayıldığı ve çoğu NCAA dönemine geldiğinde fos çıkan Amerika’da, James fırtınası 2002 yılının ortalarında tekrar hareketlendi. 2001-02 sezonunda James, Amare Stuodemire (NBA’de Suns forması ile harika bir çaylak sezonu geçirdi ve şu anda “Rookie of The Year ödülünün en büyük 3 adayından biri) ile birlikte Amerika’nın en iyi lise oyuncusundan biri olarak gösterilen Carmelo Anthony (Bu sezon Syracuse Üniversitesinde forma giydi ve freshman senesinde takımına tarihlerindeki ilk NCAA şampiyonluğunu getirdi) ile 10 Şubat günü oynadıkları maç ile adını bir defa daha tüm Amerika’ya duyurdu. Son sınıf öğrencisi Carmelo’nun sürüklediği Oak Hill Lisesi ile 3.sınıf öğrencisi LeBron’un okulu Akron St.Vincent-St.Mary Lisesi maçı iki oyuncunun şovu şeklinde geçti. Maçta iki takımın toplamda ürettiği 138 sayının 70’ine bu iki oyuncu imza atarken, Carmelo 34 sayı, 11 ribaund; LeBron 36 sayı, 10 ribaund ve 5 asist ile maçı tamamladı. Belki kazanan taraf 72-66’lık skorla Carmelo’nun okulu olmuştu ama daha zayıf oyunculardan kurulu Akron’un yıldızı LeBron kendini önemli oyunculara karşı göstermeye başlamıştı. Zaten bu maçta Carmelo’yu izlemeye gelen bir çok NBA scoutcusunun listesinin başına LeBron adı o gün yazıldı. Sezon sonunda LeBron eyaletin sayı krallığında ilk sırayı almıştı almasına ama asıl dikkati çeken istatistikler asist krallığında 2., ribaund krallığında ise 4.olmasında yatıyordu.
Son Lise yılı ve genç yaşta popüler olmanın getirdiği sorunlar
Yazın bir çok spor dergisine kapak olan James, 30 Kasım’da ki sezonun ilk maçında oyundan atılarak tekrar gündeme geldi. Çok şişirildiği ve bu yaşta bu kadar büyütülmeyi kaldıramadığı konuşulurken, son derece iyi maçlar çıkartarak, tekrar basının ve halkın olumlu ilgisini toplayan James, Amerika tarihinde ilk defa bir lise maçının ulusal televizyonda naklen yayınlanmasına bile sebep oldu. Bu maçın uzun bir özetini gördüğümde (bu maç geçen sezon Carmelo’nun takımı olan Oak Hill Lisesiyleydi) ilk izlenimlerim aslında LeBron’un çok abartıldığı yolundaydı. Tamam fiziği kusursuzdu, T-Mac tarzında bir oyuncuydu ama çoğu şut seçimi yanlış ayrıca potadan uzaklaştıkça şut yüzdesi de oldukça düşüktü. Belki takımı skor üretemeyince sazı eline almış ve bir pivot gibi potaya sırtı dönük olarak kolay sayılar da üretmişti ama “bumu yani LeBron fenomeni dedikleri şey” diye düşünmeden de edememiştim. Fakat ard arda 2 pozisyonda topla içeri yüklenerek bulduğu sayıları, blokladığı bir topun ardından yaptığı muazzam smacı ve maçı çeviren basketleri attığını görünce “evet demek buymuş LeBron James” dedim.
Hummer ve forma olayı!
NBA scoutçıları tarafından oldukça yakından takip edilen ve bazı yazarlar tarafından “fiziksel olarak diğer oyunculara göre çok üstün olduğundan bu kadar başarılı” yorumları yapılan James, üstüne üstlük annesinin banka krediyle 100bin dolarlık Hummer H2 cip hediye alması ile yıpratılma çabaları içerisinde girilmesini ve şutu yeterli değil diyenlere cevabını 4 gün sonra 14 Ocak’ta oynanan Mentor Lisesi maçında, 17/11 üç sayılık ile oynayarak 50 sayılık performansı ile verdi.
Bu maçın 1-2 gün ardından “Next Urban Gear and Music” mağazasının hediye ettiği 845 dolarlık değerindeki iki forma -biri 395 dolarlık Gale Sayers'in 40 numaralı Chicago Bears forması, diğeri ise 450 dolarlık Wes Unseld'in 41 numaralı Washington Bullets forması- yüzünden, ününü kullanarak maddi kazanç elde edip amatör ligler kuralını çiğnediği gerekçesi tekrar gündeme oturan ve bir süreliğine basketbol kariyeri durdurulan James, 1 maçlık aradan sonra bir üst mahkeme kararı ile tekrar basketbola dönüş yaptı ve 8 Şubat’ta L.A.Westchester Lisesi karşısında kariyerinin en yüksek rakamı olan 52 sayıya ulaşarak kendi deyimi ile “kendini basketboldan koparmaya çalışanlara” karşı en güzel cevabı verdi.
Bilet fiyatları arttı ama O kendini izlemeye gelen seyirciyi mutlu etmeyi ihmal etmedi
NCAA maçlarından daha yüksek bilet fiyatlarına rağmen maçlarda onu izlemeye gelen seyirciler gittikçe çoğaldı ve Akron St.Vincent-St.Mary Lisesinin maçları ful çekmeye başladı. James’de kendini izlemeye gelen ve üzerlerinde “King James” yazılı t-shirtler giyen hayran kitlesine gerçek bir basketbol resitali sergiledi. ESPN2 kanalında naklen verilen Oak Hill Lisesi maçı ile başlayan seride, playoff’larda Talimadge Lisesi maçına kadar 18 maçta 20 sayının altına düşmezken, 12 kere 30, 5 kere 40 ve 2 kere 50 sayı barajını geçen James, maçların 9’unda da double-double yaparken, takımı bütün sezonda sadece 1 kere (26 Ocak’ta 25 sayı, 15 ribaund ve 8 asist gerçekleştirdiği Buchtel Lisesi maçında) mağlup oldu. %56’lık şut yüzdesi ile 30.4 sayı, 9.7 ribaund, 4.9 asist, 2.9 top çalma ve 1.9 blok ortalamaları ile sezonu tamamlayan James takımını şampiyonluğa taşırken, Yılın en iyi oyuncusu ödüllerini de topladı. Artık sezon bitmiş ve kendini Amerika’nın diğer liseli yıldızları karşısında gösterme zamanı gelmişti.
Slam Dunk Şampiyonu
26 yıldır düzenlenen ülkenin lise son sınıf oyuncularını içeren en prestijli organizasyonlarından biri olan McDonald’s All-America maçından 2 gün önce, 24 Mart akşamı Cleveland'daki Woodling Gymnasium'da gerçekleştirilen POWERade Jam Fest Slam Dunk Şampiyonasına katılan LeBron James, spektaküler smaçları ile tanınan Shannon Brown'u geride bırakan 270 puan üzerinden 250 puan toplayarak rekor bir puan ile şampiyonluğa ulaştı. Daha önce Jerry Stackhouse, Vince Carter, Baron Davis, son 3 yılda da sırasıyla DeShawn Stevenson, David Lee (Florida Univ.) ve Carmelo Anthony’nin kazandığı şampiyonaya, 23 numaralı forma Michael Jordan adına emekliye ayrıldığı için 32 numaralı forma ile katılan James’i, Cavaliers’ın yıldız oyuncularından Darius Miles, Carlos Boozer, DaJuan Wagner, DeSagana Diop ve eski yıldız oyunculardan Larry Nance'da izlemeye gelmişti.
McDonald’s All-America Maçı
26 Mart’ta Cleveland Gund Arena'da oynanan ve 18.728 kişinin izlediği 26.McDonald's All-America maçında 27 sayı, 7 ribaund, 7 asist, 2 top çalma ve 1 blok ile oynayan ve Doğu takımına Batı karşısında 122-107'lik galibiyeti getiren LeBron James MVP ödülüne ulaştı. Böylece LeBron, tüm Amerika’daki en iyi son sınıf lise oyuncularına karşı verdiği ilk sınavında gayet başarılı olmuştu. Geçen sene aynı maçta harikalar yaratması beklenen Amare’nin sadece 10 sayı, 7 ribaund; Carmelo’nun 19 sayı, 4 asist ürettiğini maçın MVP’sinin ise 26 sayı, 4 asist ve 3 top çalma rakamları ile şu anda Duke Üniversitesinde oynayan J.J.Redick olduğunu belirteyim.
EA Sports Roundball Classic Maçı
James’in McDonald’s maçındaki harika performansının yankıları devam ederken sadece 5 gün sonra Illinois Chicago’da yine gelenekselleşen EA Sports Roundball Classic maçına çıktı. Chicago Bulls’un efsane United Center Salonunda düzenlenen 19.678 seyircinin izlediği maçta 28 dakika oyunda kalan James, 15/12 ikilik, 7/4 faul ve 6/0 üç sayı başarısı ile
28 sayı, 6 ribaund ve 5 asist ile takımına galibiyeti getiren oyuncu oldu. Çok çekişmeli geçen ve 29 defa skorda liderliğin değiştiği maçta, son 39 saniye içinde çok kritik bir ribaund alıp ardından tüm sahayı geçerek attığı turnike ile Batı takımına 120-119'luk galibiyeti getiren James, birbirinden güzel smaçlarıyla 23 numaralı forması ile United Center'da onu izlemeye gelen seyircilere de ufak bir şov yaptı. James'in dışında Batı takımında en çok göze batan oyuncu McDonald's All-America maçında da James'den sonra NBA yolunda en hazır oyuncu izlenimini veren Charlie Villanueva olurken, genç oyuncu maçı 18 sayı, 5 ribaund ile tamamladı.
McDonald's All-America ve EA Sport Roundball Classic maçlarından sonra şimdi herkes Nisan’ın 17’sinde düzenlenecek ve Amerika'nın en başarılı Liseli oyuncularını son defa karşı karşıya getirecek Jordan Capital Classic maçını beklemeye başlamıştı. Bu maç ile LeBron James son defa liseli olarak ülke çapında düzenlenen bir maçta forma giyecek ve ardından çok büyük bir sürpriz olmazsa NBA Draftını bekleyecekti.
Lise’li olarak son maçı, Jordan Capital Classic
17 Nisan’da liseli olarak ülke çapında düzenlenen son maçına çıkan LeBron, Jordan Capital Classic maçında 34 dakika forma giyerken 20/10 ikilik, 6/5 faul, 10/3 üçlük başarısı ile 34 sayı, 12 ribaund, 6 asist, 1 top çalma ve 1 blok ile siyah takımın MVP ödülünü alarak lise kariyerine veda etti. Maçı Gümüş takım 107-102 kazanırken, Shannon Brown’da 27 sayı, 8 asist ve 3 ribaund ile takımının MVP ödülünü aldı.
Evet, henüz profesyonel olmadan peşinde adidas ve nike gibi iki büyük firmayı koşturan James, NBA’e adım atmadan büyük bir hayran kitlesi yaratmış durumda. Daha 18 yaşında olmasına rağmen 100bin dolarlık Hummer cipe binen, her hareketi basın tarafından izlenen LeBron James, şu anda Syracuse'u NCAA Şampiyonluğuna ulaştıran Carmelo'nin son dönemlerdeki başarısından ve sürekli manşetlerde kalmasından oldukça etkilenmiş durumda. Michael Jordan’dan “üniversitede tecrübe kazanmanın önemi” hakkında ayak üstü bir nasihatta alan James'in lise’deki not ortalamasının düşüklüğünden dolayı bir Üniversitede okuyabilme ihtimali şu an için bulunmuyor. Ama şu da bir gerçek ki, James üniversite deneyimi almak isterse ve herhangi bir üniversiteyi tercih ederse, herhalde o üniversitede yaz okulu veya notlarını yükseltecek sınav türü şeylerle işi kılıfına uyduracaktır. Bekleyelim ve NBA’in yeni süperstarını yaratmasını izleyelim…

Lise İstatistikleri
Maç Saha İçi Şut % Faul Atışı % 3 sayı % Rib. Ast. TÇ Blok TK Sayı Sayı Ort.
1999-00 27 199 386 51,6 59 74 79,7 30 95 31,6 168 96 83,7 27 57 487 18,0
2000-01 27 264 452 58,4 123 173 71,1 33 84 39,3 200 149 99,9 43 62 684 25,3
2001-02 27 300 531 56,5 108 182 59,3 48 141 34,0 241 161 81 46 89 756 28,0
2002-03 24 295 527 56,0 80 118 67,8 60 157 38,2 233 117 69,6 46 67 730 30,4
Toplam 105 1058 1896 55,8 370 547 67,6 171 477 35,8 842 523 334,2 162 275 2657 25,3
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #28 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:25
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Tracy McGrady
Tam İsmi: Tracy Lamar McGrady
Uzunluk: 6' 8"
Agirlik: 210 lbs.
Pozisyon: Guard
Dogum Yeri: Bartow, Florida
Dogum Tarihi: Mayis 24, 1979
Bitirdigi Okul: Kolej
NBA Takımı: Houston Rockets

Big Mac’ten T-Mac’e
Tracy Lamar McGrady Jr., 24 Mayis 1979’da Orlando ve Tampa arasinda göllerle çevrilmis küçük bir kasaba olan Auburndale’de dogdu. Tracy’nin ailesi o daha 4 yasindayken bosandiklari için annesinin ve büyükannesinin yaninda büyüdü. Aslinda annesi Disneyland’de çalistigi için büyükannesi Tracy’nin hayatinda adeta ikinci bir anne olarak çok önemli bir rol oynadi. Bu arada T-Mac babasinin, annesiyle ayri olmasina ve kendisine ait hir hayata sahip olmasina ragmen ilgisiz bir baba olmadigini ve kendisiyle her firsatta ilgilendiginin de altini çiziyordu.


Tracy küçüklügünde spor yapmaya basketbolla başlamadı. Onun ilk göz agrisi beyzboldu ve onu seyreden tüm antrenörler gelecekte çok büyük bir beyzbol yildizi olabilecegi konusunda birlesiyorlardi. Tabii hayat Tracy’nin önüne çok daha farkli bir senaryo çikartti. Yine de T-Mac’in baseball’a karsi bugün bile büyük bir sevgi besledigi gerçek. O kadar ki eger kendisine profesyonel beyzbol takimlarindan teklif gelirse bu teklifi kabul edecegini çünkü en büyük hayalinin ayni anda basketbol ve beyzbol oynamak oldugunu söylüyor. Zaten Tracy, Beyzbol ligindeki lakabini bile yillar önceden belirlemis: “Big Mac”

ADIDAS ABCD
Tracy’nin basketbol macerasi tam anlamiyla lise 3. sinifta baslamakta. Auburndale lisesine giden T-Mac, o yil 23.1 sayi, 12.2 ribaund, 4.9 blok ve 4.0 asist ortalamalariyla oynayip takimini galibiyetlere tasiyinca yerel haberlerde adi anilmaya basladi. Ama bu mükemmel ortalamalara ragmen NCAA Division I takimlarindan kendisine ilgi gösteren pek olmamisti. Sadece ayni bölgede olan Florida ve Miami üniversiteleri kendisini birkaç kez izlemek üzere temsilci yollamisti ama ortaya somut bir sey çikmadi. Yil sonunda düzenlenen Adidas ABCD Turnuvasi ise T-Mac’in hayatini degistirdi. Karsilasmalarda yaptigi akil almaz hareketler seyircilerin büyük tezahuratlariyla ayakta alkislaniyordu. MVP seçildigi bu turnuva sonrasi T-Mac, su an Clippers’ta oynayan Lamar Odom’un ardindan bir anda Amerika’nin ikinci büyük lise oyuncu olarak anilmaya basladi. Bu sirada onun oyunundan etkilenen Mt. Zion Hristiyan Akademisi, Tracy’e burs teklif ederek lisedeki son yilini kendilerinde geçirmesini istedi.

“Koleje gitmeyi düsünüyordum ama benim hayalim zirveye ulasmakti. Su anda bu hayalimi gerçeklestirme sansina bekledigimden dana önce sahip oldum.” Tracy McGrady

Tracy McGrady
Sıkı, disiplinli, aşırı dindar hatta kimi zaman insani depresif bir hale sokan bu kilise okuluna kayit yaptiran Tracy, baslarda çok zor günler geçirse de basketbol sayesinde öyle ya da böyle okuluna alismayi basardi. Mount Zion’u maç basina 27.5 sayi, 8.7 ribaund, 7.7 asist istatistikleriyle 20 galibiyet ve 1 maglubiyetlik bir seriye sürükledi. Mount Zion, Amerika’nin en yüksek tirajli gazetelerinden USA Today’in anketlerinde ikinci siraya kadar çikti. Bu arada T-Mac sov devam ediyordu. McGrady, 54 takimin katildigi Reebok Holiday Prep. Turnuvasinda takimini sampiyon yaparken sahada 37 sayi ve 17 ribaund gibi inanilmaz performanslar ortaya koydu. Daha da spektaküler olan sey coach’unun Tracy’i maç esnasinda tüm pozisyonlarda oynatmasiydi!. Böylelikle USA Today tarafindan yilin lise oyuncusu ve AP tarafindan da North Carolina Eyaleti yilin oyuncusu seçildi. Tabii dogal olarak Mc Donalds All-America maçina davet edilerek Baron Davis, Elton Brand, Lamar Odom, Brendan Haywood ve Larry Hughes gibi oyuncularla ter döktü. Bir yil önce hiç bir büyük NCAA takiminin ilgisini çekmeyen Tracy McGrady için artik takimlar siraya girmeye baslamisti ve sezon daha bitmeden Tracy’nin Rick Pitino’nun Kentucky’sine katilacagi neredeyse kesin gibiydi. Ama tam bu sirada ortaya çikan NBA scoutlari ortaligi karistirdi. Mount Zion’un son maçlari merakli scoutlarin saldirisina ugradi. Tracy ‘nin kulagina birinci turda ilk bes sira içerisinde seçilebilecegi de fisildaninca T-Mac, NCAA düsünü ve Kentucky’i bir kenara birakarak NBA Draftina katilmaya karar verdi. McGrady basin mensuplarinin NBA’e gitmek için erken olup olmadigi seklindeki sorularina: “Sanirim bu ben ve ailem için en iyi karar. Koleje gitmeyi düsünüyordum ama benim hayalim zirveye ulasmakti. Su anda bu hayalimi gerçeklestirme sansina bekledigimden daha önce sahip oldum.” sözleriyle cevap veriyordu. Krause’un suya düsen, Pippen–McGrady takasi Tracy, 1997 NBA draftina katilarak Kevin Garnett’le baslayan Kobe Bryant ve Jermaine O’Neil’la devam eden liseli yildiz zincirine eklenen yeni bir halka oldu. Draft gecesine yaklasilirken Tracy McGrady’nin en büyük taliplisi Chicago Bulls’tu. Michael Jordan, Scottie Pippen ve Dennis Rodman’li efsanevi kadro yildan yila yaslanmaktaydi. Bir anda Jordan’in veya Pippen’in emekli olmasiyla büyük bir çöküs yasamaktan korkan Chicago GM’i Jerry Krause, draft planlarini Tracy üzerine kurmustu ve takimin geleceginin T-Mac oldugu inancindaydi. Bu yüzden Scottie’yi Vancouver’a gönderip onlarin 4. siradaki seçme haklariyla T-Mac’i kapmayi düsünüyordu. Ama bu plan Jordan’in kulagina gidince majestelerinin tepkisi korkunç oldu. Hemen Krause’u arayarak böyle bir takasin gerçeklesmesi halinde bir sonraki gün düzenleyecegi bir basin toplantisiyla emekliligini açiklayacagini söyleyerek tehdit etti. Çünkü Pippen, Jordan’in en yakin arkadaslarindan biriydi. Birlikte iyi-kötü anilari vardi ve aslina bakarsaniz bu birliktelik her iki oyuncunun kariyerine de karsilikli olarak çok sey katmisti. Krause bu telefon konusmasinin ardindan artik T-Mac’in bir hayal oldugunu anlamisti. NBA’in en büyük yildizini gelecekte ne olacagini bilmedigi bir yildiz adayi ugruna feda edemezdi. Bunu üzerine T-Mac’i cep telefonundan arayarak üzgün oldugunu, artik onu draft edemeyeceklerini söyledi. Tracy ise soktaydi çünkü bu telefon konusmasini yaptigi sirada Drafta sadece 8 saat vardi ve o an bir hastanede Bulls doktorlari tarafindan saglik kontrolünden geçiriliyordu.

“Hayatimda ilk kez basketbol oynamaktan keyif almiyordum. Tanrim ligin en kötü takimiydik!! Madem beni seçti niye oynatmiyordu ki?! Play off’lara falan da gittigimiz yoktu. Öyleyse beni biraz takima koysaydi. Sisteme alisirdim böylelikle. Sonraki sezon da takima daha iyi bir oyuncu olarak katkida bulunabilirdim” Tracy McGrady




Darrel Walker Bunalimi
Chicago tarafindan hayal kirikligina ugratilan McGrady, ilk 10 sira içerisinde seçilme ümitlerini kaybedip ilk tur için dua etmeye basladigi bir anda 9. sırada Toronto Raptors tarafindan seçildi. Bu sirada Isiah Thomas, Damon Stoudamire ve Marcus Camby’nin etrafinda yeni bir takim olusturmaya çalisiyordu. Takimin basina getirilen Darrel Walker ise, genç dinamik ama tecrübesiz bir coach’tu. Büyük umutlarla girilen 1997-98 sezonuna 2 galibiyet ve 22 maglubiyet ile baslaninca bir anda gelecekle ilgili kurulan pembe hayaller unutuldu ve takimda, Isiah Thomas’in yöneticiligi birakmasi ve en büyük yildizlari Damon Stoudamire’in takas olmak istedigini söylemesiyle, büyük bir dagilma basladi.

En sonunda Raptors’ta kalan tek elle tutulur oyuncu 16.5 sayi ortalamasi ile takiminin en büyük skor gücünü teskil eden Doug Christie’ydi. Haliyle basin, Darrel Walker’a elestiri oklarini yönelterek Walker’in üzerinde güzel bir atis talimi yapti. Walker da hirsini elinin altindaki çaylak McGrady’den çikartmaya basladi. Onu antrenmanlarda hirpaladi. Belki de herkesten çok bagirdi, çagirdi. T-Mac, Walker’in odasinda durumdan rahatsiz oldugunu söylediginde aldigi tek cevap daha siki çalismasi gerektigi yönündeydi. Tracy bu dönemi hayatinin en kötü günleri olarak niteliyor: “Hayatimda ilk kez basketbol oynamaktan keyif almiyordum. Tanrim ligin en kötü takimiydik!! Madem beni seçti niye oynatmiyordu ki?! Play off’lara falan da gittigimiz yoktu. Öyleyse

beni biraz takima koysaydi. Sisteme alisirdim böylelikle. Sonraki sezon da takima daha iyi bir oyuncu olarak katkida bulunurdum. Tracy McGrady

Kobe Psikolojik Yardim Servisi
T-Mac bu zor günlerini o zamanki en iyi arkadaslarindan Kobe Bryant’in da yardimiyla atlatmaya çalisti. Kobe de liseyi bitirdikten sonra sonra Kolej yerine dogrudan NBA’e geçis yaptigi için kimi zorluklara gögüs germek zorunda kalmisti. Bu yüzden T-Mac, kendisini en iyi anlayacak kisinin Kobe olacagini düsünüyordu. Bu dönemde T-Mac her firsatta Kobe’nin evinde yatiya kalmaktaydı. İkili eski karate filmleri seyredip playstation oynayarak hayatın anlamına kadar derin konularda dertleserek vakit geçiriyorlardı. Tabii her firsatta da beraber idman yaptiklarini söylememize gerek yok sanirim. Bugün bu arkadaslik iliskisinin nasil oldugunu merak ediyorsaniz. Dogal olarak eskisi gibi degil. Tracy, Kobe’yi sevdigini belirtmesine ragmen onun degistigini söylüyor. Zaten Kobe’nin de üç sampiyonluk yüzügüne ragmen NBA’in hem en sevilen hem de en çok nefret edilen genç yildizi olmasinin nedeni kisiligindeki bu degisim. Konumuza geri dönersek; Tracy, Walker’la olan problemlerini kendi eksikliklerine ve yeteneksizligine bagliyordu ve gittikçe kendisine olan güvenini kaybetmekteydi. Walker da T-Mac’in gözünün yasina bakmiyordu. T-Mac’in neredeyse depresyona girdigi bu günler, Walker’in “sutlanmasiyla” sonra erdi. Butch Bizi Gözetliyor All-Star haftasonundan sonra Walker’a kapinin gösterildigini ve yerine çok sevdigi asistan coach Butch Carter’in getirildigini ögrenen T-Mac seviçten havalara uçuyordu. Butch Carter’in ilk yaptigi is Tracy’e ne kadar güvendigini ve onun ileride bir yildiz olacagina inandigini söylemek oldu. Ve ondan tek bir sey rica ettigini, her idmandan sonra yaklasik bir saat sut atmasini istedigini söyledi. Tabii Tracy’nin bilmedigi birsey vardi. Butch Carter, Tracy’nin çekingenliginin farkinda oldugu için salonun çesitli noktalarina dogrudan kendi odasina baglanan kameralar yerlestirtmisti. Böylelikle Carter, T-Mac’i tedirgin etmeden sut idmanlarini takip edebiliyordu. Butch Carter’in Tracy üzerindeki ilgisi bu kadarla da kalmadi. Carter, Tracy için kendisini ifade etmekte zorlandigini farkederek özel bir basin danismani ve beslenme düzenine dikkat etmesi için de bir asçi tutmustu. T-Mac çalkantili geçen çaylak sezonunu 7.0 sayi, 4.2 ribaund ve 1.5 asist ortalamasiyla tamamladi. Sezon bitimiyle beraber Carter, Florida’da Tracy’nin evini ziyaret ederek onu yaz aylari boyunca özel olarak çalistirdi. Onu kardesine ait basketbol yaz kampina götürdü. Birlikte T-Mac’in gelisimi için neler yapabileceklerini konustular. Böylelikle Tracy’nin ona duydugu güven gün geçtikçe artiyordu.

Kuzen Vince
Belki hatirlarsiniz bir dönem Chicago’da yasayan ve bir gazetede çalisan Larry ve Balky isimli iki sempatik kuzeninin komik maceralarini konu alan bir televizyon dizisi vardi. Bu dizide, ne olursa olsun her bölümde kuzenler, birbirlerini koruma iç güdüsüyle hareket ederek karisik olaylardan kurtulmayi beceriyorlardi. Tracy’nin kuzeni Vince Carter, North Carolina’da geçirdigi basarili NCAA kariyerinin ardindan NBA’e ilk adimini attiginda ve draftta takas yoluyla Raptors’a geldiginde aklimda bu dizinin Toronto versiyonu canlanmisti bir anda. Vince, NCAA’de en sevdigim oyunculardan biriydi. Antawn Jamison, Ed Cota ve Shammond Williams’la beraber Tar Heels’de ortaya koydugu oyun bir çok kisiyi büyülemisti ve Vince de McGrady gibi çemberi gördügü zaman acimasi olamayan bir oyuncuydu. Bu yüzden ikisinin birlikte oynadigi maçlar hele T-Mac bir yaz boyunca sut idmani yapip agirlik çalisarak kendisini güçlendirdikten sonra şova dönüsmeye adaydi. Ama Tracy 1998-99 sezonunda hep spektaküler kuzeninin gölgesinde kaldi ve bir türlü hedefledigi ilk bes içindeki yeri alamadi. Kuzeni VC, 18.3 sayi ve 5.7 ribaund ortalamalariyla Yilin çaylagi ödülünü (Rookie of the year) kaparken NBA’deki ikinci sezonunda T-Mac, 9.3 sayi ve 5.7 ribaund ortalamariyla ancak benchten katki yapti.

Merhaba Playoff
Tracy, 1999-00’e yine takimin benchten gelen gizli silahi olarak basladi. Ama T-Mac, sezon ilerledikçe takim için ne kadar önemli bir oyuncu oldugunu gösterdi. Öncelikle pivot disindaki tüm pozisyonlarda oynayabiliyordu. Sonra savunmasi da yaptigi agirlik idmanlariyla güçlenmesi sonucunda gelismisti. T-Mac, hem kritik anlarda ekstra sayilara imza atiyor hem de rakibin en skorer isimlerine göz açtirmiyordu. Saha içindeki bu gayreti sonunda kendisini ilk bese tasidi ve kuzeni Vince Carter’la beraber NBA’in en tehlikeli ikililerinden birini olusturdular. Bu ikilinin ne kadar etkili oldugu All-Star haftasonunda gözler önüne serilecekti. Slam Dunk yarismasina katilan Vince&T-Mac birbirinden enfes smaçlara imza atti. Vince, finalde Steve Francis ile giristigi inanilmaz mücadeleden galip ayrilirken T-Mac 3.lükle yetinmek zorunda kaldi. Tabii Vince’in kendisine sampiyonlugu kazandiran son smaç denemesinde T-Mac ‘in yardimini istedigi ve Vince’e verdigi mükemmel bounce pass ile kuzeninin sampiyonlugunda önemli bir rolü üstlendigini belirtelim. Yalniz bahsettigimiz bu smaç sonrasinda Vince’in bu ekstra hareketle Tracy’i kullandigi. Birlikte daha siki çalismalari halinde ikisinin de finale çikabilecegi ama Vince’in bencillik yaparak en “baba” hareketi kendisine sakladigi yönünde dedikodular da ortada dolasmaya baslamisti. Sezon sonuna gelindiginde Vince’in 25.7 sayi ortalamasi ve Tracy’nin 15.4 sayi, 6.3 ribaund ve 3.3 asistlik çok yönlü oyunu Toronto’ya tarihinde ilk kez playoff’a katilma hakkini kazandirdi. Ve ilk turdaki rakip güçlü New York Knicks’ti. Takimin 1 numarali yildizi Vince, seride inanilmaz derecede heyecanli ve gergin gözükürken %30 gibi düsük bir sut yüzdesiyle oynadi. T-Mac ise kuzeninin aksine oldukça rahatti bu kez. Sanki sinirleri alinmis gibiydi ki bu rahatligin sebebi belki de daha playofflar baslamadan Toronto’dan ayrilmayi kafasina koymus olmasiydi. T-Mac, serinin daha ilk maçinda 25 sayi ve 10 ribaundla oynayip sahada oldugu dakikalarda Knicks’e büyük eslesme problemleri yaratacagini gösterdi. Ayrica Knicks’ten hangi oyuncuyu savunursa savunsun bunda basari saglamasi bir baska artisiydi. T-Mac “Kaybedecek hiç bir seyim olmadigini hissediyordum. Özgürdüm.” sözleriyle bu serideki ruh halini anlatiyordu. Ama daha komplike bir takim olan Knicks, Vince’in durdugu bu seride T-Mac’in çabalarina (16.7 sayi, 7.0 ribaund, 3.0 asist) ragmen Toronto’yu 3-0 ile süpürdü. Serinin hemen ardindan Tracy, Toronto’daki tüm esyalarini toplayak Florida’ya uçtu. Bu onun bir Raptor olarak son kez Toronto’ya gelisiydi…

“Toronto’dan ayrilamam kisisel birsey degildi. Ama evimden bu kadar uzakta, sogukta, ailem olmadan -sahip oldugum tek aile takimken- burada yasamak çok zordu.” Tracy McGrady

Elveda Toronto
Tracy artik free agent olmustu. Ve aslina bakarsaniz Toronto’daki hemen hemen hiçbir seyden memnun degildi. Her ne kadar Tracy: “Toronto’dan ayrilamam kisisel birsey degildi. Ama evimden bu kadar uzakta, sogukta, ailem olmadan -sahip oldugum tek aile takimken- burada yasamak çok zordu.” diyerek takimdan ayrilmasiyla Vince’in hiçbir ilgisi olmadigi ima etse de Carter’in gölgesinde kaldigi yönünde basinda yer alan haberler moralini bozuyordu. Üstelik Vince the Prince’in en formda oldugu dönemdi. Düsünün neredeyse her hafta NBA Action Top 10’a 2-3 kez konuk olan Vince’in kimi hareketleri T-Mac’in yedigi bir bloktan ya da kaçirdigi bir suttan sonra kaptigi topla yaptigi smaçlardi ki T-Mac, televizyonda bu pozisyonlari izlerken bile sinirlerini bozulmaya baslamisti. Bunlarin üstüne bir de çok sevdigi Butch Carter’in menajerlik talepleriyle Raptors yönetimine basvurmasinin ardindan takimdan kovulmasini da eklerseniz Tracy’nin Raptors’la tekrar anlasmasi imkansizdi. Tabii bir de bütçelerinde yer açarak Tracy ve Duncan’i kapmayi hedefleyen Chicago ve Orlando’nun cazip teklifleri vardı. Simdi Tracy’nin önünde iki seçenek vardi. Chicago’da Michael Jordan karsilastirmasi altinda ezilmek ya da yildizsiz Orlando’da kral olmak…

“Gitmedim çünkü Chicago’nun Orlando’ya göre hiçbir artisi yoktu. Ben her yil Playoff’lara katilan takimlardan birine gitmek istiyordum. Bence Orlando da bunun için uygun bir takimdi. Diger bir nedeni de Florida’nin evime yakin olmasi. Evime, arkadaslarima ve aileme…” Tracy McGrady

Orlando’nun yeni sihirbazi NBA’in en genç takimlarindan Orlando Magic, lige dahil oldugu tarihten günümüze kadar, akilli oyuncu seçimleri, yüksek bütçesi ve Florida takimi olmasi sayesinde hep “elit” bir konumda olmayi basardi. 14 sezon boyuna sadece ilk üç sezonunda .500 galibiyet yüzdesinin altinda kalan Magic, takima kattigi genç yildizlarla çok hizli bir sekilde sampiyon adaylari arasinda yerini aldi. Önce skorer Nick Anderson ve üç sayi bombacisi Dennis Scott’la güçlendiler. Sonra Shaquille O’Neil denen tuhaf isimli ama çok sempatik bir uzun onlari NBA’in en tehlikeli takimlarindan biri yapti. Ardindan 1993-94 sezonunda Chris Webber takasiyla takima süper guard Anfernee “Penny” Hardaway de dahil edilince Orlando, NBA Finali oynayan kadrosunu kurmus oldu. Ama iki sezon içinde bu süper kadro dagildi. Shaq, Lakers’a gitti. Takimin çekirdek oyunculari yapilan takaslarla degisti. Tek basina çirpinan Penny de sonunda vazgeçip Arizona çöllerinin yolunu tuttu. Bu arada Orlando yönetimi FA olacak Tim Duncan için salary cap’te önemli bir bosluk yaratma çabasiyla takimi kuvvetlendirmiyordu. Ne var ki Orlando hedefledigi Duncan’i kadrosuna katamadi. Ve farkli bir strateji izleyerek Detroit’in süper yildizi Grant Hill’e ve “memleketinde” oynamak isteyecegini düsündükleri T-Mac’e bol sifirli anlasmalar önerildi. Iki oyuncunun da aklini çelerek takima getiren Orlando, böylelikle sezon öncesinde dogunun en büyük sampiyon adayi haline gelmisti. Tracy kendisini yillardir çok isteyen Chicago yerine Orlando’ya gitmesinin nedenini söyle açikliyor: “Gitmedim çünkü Chicago’nun Orlando’ya göre hiçbir artisi yoktu. Ben her yil Playoff’lara katilan takimlardan birine gitmek istiyordum. Bence Orlando da bunun için uygun bir takimdi. Diger bir nedeni de Florida’nin evime yakin olmasi. Evime, arkadaslarima ve aileme…” Tabii T-Mac, sevgilisi Clarenda Harris’le daha çok zaman geçirebildigi için de oldukça mutluydu. Harris’in konusma yöntemleri uzmani olmasi ve Tracy’e basin toplantilarinda hangi ses tonuyla nasil konusacagini göstermesi çogu zaman T-Mac’in oldukça isine yariyordu. Bu arada Vince Carter kendisiyle bir kez bile konusmadan Toronto’dan ayrilan kuzenine oldukça kizgindi. Vince ve T-Mac aylarca birbirleriyle konusmadilar. Bu durum böylece devam etti ta ki Vince “Like Mike” filminin çekimleri için gittigi Los Angeles’taki bir gece kulübünde T-Mac’le karsilasip iki süper yildiz, komedyen Eddie Griffin tarafindan baristirilincaya kadar.






Carter’in gölgesinden kurtulmak ve tek olmak
Grant Hill’le birlikte oynayacak olmak T-Mac’i hem heyecanlandiriyor hem de endiselendiriyordu. Hill gibi tecrübeli bir oyuncu kendisine çok sey ögretebilirdi ama Tracy’nin Orlando’ya gelmesinin nedeni Vince Carter’in gölgesinden kurtularak tek basina yildiz olabilecegi bir takimda oynakti. Bu kez de Hill’in gölgesinde yillarini harcamak istemiyordu. Ama Hill, Detroit’e kazik attigi için takdir-i ilahi mi dersiniz, T-Mac’e verilen bir sans mi? Yoksa “dandik” ayakkabilar sonucu meydana gelen bir sakatlik mi yorumu size birakiyorum; Hill, sadece 4 maç oynadiktan sonra bir daha kendisini adam gibi toparlayamayacagi ve sürekli tekrarlanan meshur sakatligini yasadi ve takimin tüm sorumlulugu bir anda T-Mac’in omzuna yüklendi


T-Mac ise halinden memnun bir sekilde sahaya çikip önüne gelen tüm takimlarin üzerine kabus gibi çökmeye basladi. Tracy attigi 30’lu 40’li sayilarla takimini galibiyetlere tasiyinca Orlando coach’u Doc Rivers, T-Mac’in simartilmasin dan ve basin tarafindan ona kaldirabileceginden çok sorumlu luk yüklenmesinden korktugu için açiklamalarda bulunmaya basladi: “Ben takimda kimseden yildiz olmasini beklemiyorum. Sadece onun iyi oynamasini istiyorum ve ümit ediyorum ki oyunu onu bir yildiz haline getirir. Birçok oyuncudan yildiz olmasini bekleyebilirsiniz ama olamazlar. Sizin yapmaniz gereken onlari en etkili olduklari pozisyonda oynatmak. Böylelikle verimli olabilirler. Eger bu sekilde yildiz olmayi basariyorlarsa bu herkes için muhtesem. Bence Tracy, yildiz bir basketbol oyuncusu ola

cak. Benim beklentierim yüzünden degil, kendi beklentileri sayesinde. Onun standartlari çok ama çok yüksekte. Siz daha sadece Tracy McGrady’nin baslangicini seyrettiniz. Hala tam kapasitesine ulasabilmis degil. Ama herkesten çok bunun farkinda olan yine kendisi. Iste bu yüzden onu bu kadar çok seviyorum. Tracy’nin Scottie Pippen ile kiyaslandigini duyuyorum. Bu bence mükemmel olur. Bence onun kadar iyi olacak. Su anda degil ama olacak” Ama Rivers bile T-Mac’ten bir anda böyle büyük bir çikis beklemedigini itiraf ediyordu: “Tracy’nin sayi atabildigini biliyordum ama böyle sut atabildigi konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu.” Takim arkadaslari ise Tracy’nin yeteneklerinden bahsederken, coachlari Doc Rivers kadar temkinli yaklasmiyordu. Mesela Monthy Williams, Tracy’nin yeteneklerini ancak Michael Jordan’la kiyasliyordu: “Onun yetenekli oldugunu bekliyordum. Ama Jordan’dan beri her gece karsisindakileri geberten baska bir oyuncu görmemistim. Eger bakarsaniz bunu yapan adam 2.00-2.02. Shaq ve Tim Duncan adamlarini harcayabilir çünkü onlar uzun. Ama McGrady’nin size’inda ve o yasta, bir yil bounca bu kadar oyunu domine eden birini uzun zamandir görmemistim.” Tracy, belki majesteleri gibi olmasa da gerçekten attigini sokmaya baslamisti ve yavas yavas sahadaki karakteri de yerine oturmaktaydi.

Abra Kadabra Sutlar Potaya
Insanlar merak etmekteydi: Bu çocuk Toronto’dayken böyle sut atamiyordu ki!! Orlandoya gidince takimin ismi gibi sihirli bir degnek mi degmisti yoksa?? Dilerseniz cevabi T-Mac’ten alalim: “Jump shot’larim kesinlikle Toronto’dakine kiyasla daha iyi. Ben Toronto’dayken de iyi sut atabiliyordum. Ama kendime güvenim yoktu. Sanirim asil fark bu. Simdi kendime güvenim var ve sanki her attigim sut girecekmis gibi hissediyorum. Tamamen kendine güven duygusuyla ilgili. Ben her zaman sut atabiliyordum. Eger kendinize güveniniz yoksa sutlariniz da girmez.” Ayrica Walker’in üzerinde kurdugu psikolojik baskinin oyununu ne kadar çok etkiledigi her cümlesinden de anlasiliyordu: “Umarim Doc Rivers, kariyerimin sonuna kadar benim coachum olur. Çünkü O, yaptiginiz hatalardan çok herseyinizi vererek oynayip oynamadigiza önem verir. O, oyuncularini kollayan coach’lardan biri. Sürekli bunu belli eder. Yaptiginiz hatalari önemsemez. Ama sahanin iki ucunda da kendinizi kasmanizi ister. Bu tutumu gerçekten oyunculara güven veriyor çünkü ben kariyerimde güvensizlik duygusunu birkaç kez yasadim. Hata yapacagimdan korkuyordum ve sürekli kenarda bir hareket var mi diye göz atiyordum. Simdi Doc, bizim sahaya çikip oynamamiza izin veriyor ve hatalarimizi çok da önemsemiyor. Bu gerçekten oyuncularin kendilerine olan güvenlerinin gelismesine yardim ediyor.” Tracy zihinsel bir rahatlamanin getirdigi yükselen performansi sayesinde All-Star’da ilk bes için kendisine yer ayirtti. Sezon sonuna gelindiginde ise 26.8 sayi, 7.5 ribaund ve 4.6 asist ortalamasi onu ligin en çok gelisme gösteren oyuncusu seçilmesini sagladi. 26.8 sayi ise o güne kadar 21 yas ve alti bir oyuncunun sezon boyunca ulastigi en yüksek rakamdi. Böylece takimin dizginlerini eline alan McGrady, Hill’in yokluguna ragmen takimini yetenekli guard Darrell Armstrong ve çaylak Mike Miller’la playoff’a tasidi. Toronto’yla ilk turda elenen T-Mac bu kez ikinci tur sevinci yasamak arzusundaydi. Ama rakip de Milwaukee Bucks’ti. Tracy tüm sezon boyunca Grant Hill’in yoklugunun keyfini sürmüstü ama is playoff’a gelince tek basina 3 süper yildiz: Ray Allen, Sam Cassell ve Glen Robinson’i devirebilecek miydi? Tracy bu seride adeta tek basina bir takim gibi oynayarak sahada kaldigi ortalama 44 dakikada 33.8 sayi, 8.3 asist ve 6.5 ribaund’luk performansiyla Bucks’a kafa tuttu hatta bir maç da aldi ama T-Mac’in play off rüyasi yine erken sona ermisti.

Müzmin Sakat: Grant Hill
T-Mac artik hem kendisini NBA’e kanitlamis hem de kendisine olan güvenini pekistirmisti. Ama yasli oyuncularin 21 yasindaki bir lider olarak kabul etmekte zorlanmasi ve Bucks karsisinda tek basina kalmanin verdigi sorunlar nedeniyle artik Grant Hill’in saglikli bir sekilde oynamasini diliyordu. Üstelik Patrick Ewing gibi veteran bir NBA devi ve Horace Grant gibi usta bir oyuncu da takima katilarak pota altinin güçlenmesini saglamisti. Tam kadro olurlarsa belki playoff’larda iyi isler yapabilirlerdi. Ama Hill, yine birinden beddua isitmis olacak ki daha lige yeni basladik derken sezonu kapatti. Ve bir kez daha tüm sorumluluk T-Mac’e yikildi. Çünkü Ewing artik kariyerinin sonuna gelmisti ve “20 sayi, 10 ribaund, 3 blokluk” günler geride kalmisti. Darrell Armstrong’a gelince; bir kaç sezon takimi sürükleyen isim olmasina ragmen her yil bir önceki performansini aratarak siradan bir guard olmaya dogru ilerliyordu. Bir yil öncesinin yilin çaylak oyuncusu seçilen Mike Miller ise iyi niyetli ama deneyimsizdi. Yine de tek kisilik ordu T-Mac, takimini sirtlamayi basardi ve bu performansi onun ikinci kez All-Star maçina seçilmesini sagladi.

Orlando’nun Büyücüsü
Philly’deki 2002 All-Star Maçi gerçekten bir çok ilginç olaylara ev sahipliginde bulundu. Allen Iverson’in yaptigi çilgin parti olay oldu. MVP seçilen Kobe Bryant, bencil oyunu nedeniyle “hemserileri” tarafindan yuhalandi. Ve Michael Jordan’in bos potaya kaçirdigi smaç, belleklerde yer etti. Ama T-Mac, maç içerisinde öyle bir smaç yapti ki 2002 All-Star haftasonuna damgasini vurdu. Bir hücum sirasinda rakip potaya sakin sakin yaklasan T-Mac, aniden çildirarak topu panyaya firlatti sonra da havada yakalayip inanilmaz bir smaça imza atti ki bu hareket uzun yillar boyunca insanlarin hafizasindan kazinabilecegini sanmiyorum.

T(erminatör)-Mac
T-Mac, 25.6 sayi, 7.9 ribaund ve 5.3 asist ortalamasi ile sakatliklarla bogusan takimini 44-38’lik galibiyet oraniyla yine playoff’a tasimayi becerdi ve All-NBA 1.takimina seçildi. Herkes T-Mac’in bu sefer play-off’larda neler yapabilecegini merak ediyordu. Yoksa yine tek basina rakip takimlara kafa tutmak zorunda mi kalacakti? Cevap maalesef evet oldu. T-Mac sirasiyla 20, 31, 37 ve 35 sayi atmasina ragmen diger oyuncularin nerdeyse hiç katki saglamamasi sonucunda Orlando, Baron Davis’in Hornets’ina 3-1’lik skorla elendi. Bu sekilde sonra eren bir sezonun ardindan artik tüm gözler bir kez daha Grant Hill’in üzerindeydi. Ve doktorlardan müjdeli haber geldi: Hill iyilesti!! Tabii geçtigimiz sezonlarla kiyaslaninca seyrettigimiz, Hill’in iyilesmis haliydi. Hatta düsünün adam 29 maç sakatlanmadan dayanarak bir rekor bile kirdi kendi çapinda. Ama yine sezonun ortasinda Grant Hill’e doktor, T-Mac’e de çile yolu gözüktü. Tracy yine pes etmedi. Bu kez iyice Terminatörlüge soyunarak 32.1 sayi gibi insan üstü bir istatistik yakaladi (1992-93 sezonunda Michael Jordan’in 32.6 ortalamasindan sonra ki en yüksek sayi ortalamasi) ve sayi kralligina sonunda ulasti. Tracy, sadece saha içinde yaptiklariyla degil örnek davranislariyla da gündeme geldi. Örnegin 2003 All-Star maçina çikacak Michael Jordan’a kendi yerini vererek ilk beste baslatmak istemesi tüm basketbol severlerin alkisini aldi.





Houston Rockets'lı T-MAC

2004-2005 Sezonunda Rockets'a transfer olan Tracy, bu yılda adidasın reklam kampanyası ile T-MAC ismi kalıplaştı. 26 yaşındaki T-MAC unutulmaz yıldız olmaya doğru geleceğe doğru emin adımlarla ilerliyor. 9 yıldır NBA'de oyuncu olan McGrady 2005 yılı sonuna kadar 556 maç yaptı. Bu maçlarda 3604 ribaunt aldı, 2459 asist yaptı, 12446 sayı attı. Son Olarak Katrina Kasırgasında zarar görenlere bizzat yardım etmesi herkes tarafından takdir edildi
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #29 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:28
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Dwayne Wade ''FLASH''
Dwyane Tyrone Wade Jr. 17 Ocak 1982 'de Chicago'nun illionis eyaletinde dünyaya geldi. Babası Dw yane Sr. ve annesi Wade daha küçük ken ayrıldılar. Wade 8 yaşına kadar Chicago'nun güneyinde annesi üvey babası ve üvey babasının iki kızıyla birlikte yaşadı. Wade 8 ya şına kadar Amerikan futbolu ve basket bolu sevse de profesyonel olarak spor yapmayı düşün müyordu. 8 yaşında baba sı, üvey annesi ve üvey annesinin üç erkek çocuğuyla birlikte yaşamaya başlayan Wade'in fikri bu yaşta değişecekti.Wade'in babası hem bir matbaada çalışıyor.


hem de yakınlarda bulunan bir basketbol takımının koçluğunu yapıyordu, bu yüzden Wade mali açıdan çoğu zaman rahat olmuştur. Babasının koçluk yaptığı takımın lideri üvey kardeşi Demetrius'tu. Demetrius ve babasından öğrendikleri sayesinde bir basketbol hastası olan Wade, o zamanlar Michigan State ve Chris Webber hayranıydı. Wade başarılı bir oyuncu olamıyordu ne kadar uğraşırsa uğraşsın. Zayıf fundementalinin yarattığı sorunları gücü ve zekasıyla aşmaya çalışıyordu. Liseye geçtiğinde kardeşi Demetrius gibi H.L.Richards lisesine kaydoluyordu. Bu lisenin Amerikan futbolu programı ön plandaydı ama basketbola da önem veriyorlardı. Bunda da en büyük etken takımın yıldızı Demetrius'tu. Wade lisede Amerikan futbolunda daha fazla dikkat çekse de içindeki basketbol aşkı nedeniyle amerikan futbolunu seçmiyor, basketbola devam diyordu. Wade takımda ön planda değildi ve sezon boyunca fazla şans bulamamıştı. Ön plana çıkmak takımın yıldızı olmak için yazın dış şutu ve top hakimiyeti için özel çalışma yaptı. Bu arada boyu da 1.91 olmuştu. Demetrius'un liseden mezun olması ve Wade'in yazın yaptığı çalışmaların etkisiyle Wade takımın en önemli oyuncusu oluyordu. Birebirde rakiplerini çok kolay geçen ve post up'ta rahatça sayı bulabilen Wade son saniyelerdeki başarısıyla da dikkat çekiyordu. Son saniyelerde top artık her zaman Wade'in elindeydi. 20.7 sayı 7.6 ribaund ortalamalarıyla Wade o sezon Chicago'da bayağı dikkat çekiyordu. AAU turnuvasında Illionis Warriors'un koçluğunu yapacak olan Larry Butler Wade'in adını duymuştu ve onun takımına liderlik yapmasını istiyordu. Wade'in Illıonis ile oynadığı maçlar onun adını duyurmasını sağladı ve üniversite koçları artık Wade'e programlarında bir yer açmasını sağladı. Wade lisedeki son senesine girerken Marquette, DePaul, ve Illionis State gibi üniversitelerden teklifler geliyordu. Wade lisedeki son senesinde 27 sayı 11 ribaund ortalamalarını tutturuyordu. Wade'in derslerdeki düşük notları üniversitelerin ona burs vermelerini engelliyordu. Çünkü üniversiteler Wade'in ne kadar başarılı bir basketbolcu olursa olsun üniversitelerde akademik açıdan tutunamayacağını düşünüyorlardı. Ancak onu Marquette üniversitesi kabul etti.Yalnız bir kural vardı. Düşük notları nedeniyle ilk sezon forma giyemeyecek, sadece antremanlara katılacaktı. Deplasmanlara gitmesi yasak olan Wade'e assitan koç bir cep telefonu almıştı ve Wade'i her deplasman maçından sonra takım arkadaşlarıyla konuşturuyordu. Yazın çok çalışan hatta vücuduna 9 kilo KAS ekleyen Wade yeni sezonu sabırsızlıkla bekliyordu. Üniversitedeki ilk 5 maçında 20.0 sayı 9 ribaund 4.8 asist ortalamalarını yakalayarak kendisine güvenenlerin güvenini boşa çıkarmamıştı. Wade'in sürüklediği Marquette üniversitesi March Madness adı verilen üniversiteler arası turnuvaya katılıyordu ancak ilk maçta şok bir sonuçla eleniyordu. Wade sezonu 17.8 sayı 6.6 ribaund 3.4 asist 2.47 top çalma 1.13 blok ortalamalarıyla bitiriyordu. Conference USA'nin en iyi beşine seçilmişti. Wade ayrıca o sezon okul tarihinde bir sezonda en fazla sayı atan sophomore oyuncu oluyordu. Wade o yaz baba olmuştu. Zaire isimli bir çocuğu olmuştu Wade'nin. O artık daha fazla sorumluluk alması gereken bir oyuncuydu. Wade üniversitedeki üçüncü sezonunda bir süperstar olma yolunda ilerliyordu. Mart ayına gelindiğinde Wade yine erken elenmek istemiyordu. Ecel terleri dökmelerime rağmen ilk turdaki rakiplerini geçiyorlardı. İkinci maçlarında ise Wade'in üstün performansıyla kazanan Marquette son 16 takım arasına kalıyordu. Sıradaki maçı zor da olsa kazanan Marquette 26 yıl sonra final-four'a kalıyordu. Rakip Kirk Hinrich ve Nick Collison'un sürüklediği Kansas'tı. Wade iyi oynamasına rağmen takımının kötü oyuınu Marquette'e mağlubiyeti getiriyordu. Amerikanın en iyi üniversite beşine seçilen Wade 21.5 sayı 6.3 ribaund 4.4 asist 2.12 Top çalma 1.30 blokla oynamıştı. O yaz Drafta girmeyi kafasına koyan Wade'in ilk 10 sıradan seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu.



Draft günü Ca valiers beklen diği gibi LeBron' u ilk sıradan seçti. Onun arka sından da büyük yetenek Darko Milicic. Detroit ta rafından seçiliyor du. Denver da Carmelo'yu seç ti. Torontonun Wade;'i seçebi leceği düşünü lürken onlar u zun açıklarını kapatmak için
Chirs Bosh''u seçtiler. Miami' nin oyun kurucu alması bekleni yordu. Wade ise sutör Guard'dı. Ama Pat Riley Wade'i seçti. Ta kımda Caron But ler, Eddie Jones ve Brian Grant vardı. Pat Riley Wade'in oyun kurucu oyna yacağını ve rakibe eşleşme problemi


yaratmacağını söylüyor ayrıca büyük bir yıldız kazanacaklarını da sözlerine ekliyordu. Takıma Clippers'tan Lamar Odom da alınmıştı ancak tam taşlar yerine oturdu derken Pat Riley koçluktan istifa ettiğini açıklıyor ve takımın başına Stan Van Gundy'i getirdiğini açıklıyordu. Miami ligdeki ilk 7 maçını mağlubiyetle kapattı. Takımlar Wade'in birebirde etkili olduğunu bildikleri için yarı saha oyununda Wade'i bir iki adım geriden savunarak onu şut atmaya zorluyorlardu ve Wade iyi şut sokamıyordu. Wade'in ayrıca fast-break'larda çok etkili olduğunu gören ancak pozisyonları bitiremediğini gören asistan koç Wade'e özel bir çalışma yaptırdı. Uzun ve geniş sopaları potanın etrafına yerleştirerek Wade'e bunlara çarparak, bunların üstünden sayı bulmaya çalıştırıyorlardı. Wade'in bugünlerdeki müthiş zorlama, drive etme, savunmanın üzerinden sayı bulma yeteneğini o zamanlarda geliştiriyorlardı. 21 Aralıkta Golden State'e karşı ilk sezonunun en yüksek rakamı olan 33 sayıya ulaşan Wade sakatlıkları nedeniyle Ocaktaki bütün maçları kaçırdı. Sakatlıktan döner dönmez ilk maçta 27 sayı 10 ribaund'la oynayan Wade bir sonraki maçta da takımın bir maçta bir çaylağın yakaladığı en fazla şut isabet rekorunu kırarak 15 şu isabetiyle oynuyordu. Çaylaklar maçında da 22 sayı 4 asist 3 ribaund ile oynayan Wade yılın çaylağı oylamasında Carmelo ve LeBron'un arkasından üçüncü sırayı alıyordu. Çaylak sezonunu 16.2 sayı 4.0 ribaund 4.5 asist 1.41 top çalma ortalamalarıyla sezonu tamamlarken Sam Cassell'in ardından en yüzdeli şut sokan guard olmayı başarıyordu. Son 21 maçın 17sini kazanan Miami playoff'a 5. sıradan giriyordu. İlk turda New Orleans'la eşleşen Heat Mashburn'un sakatlığı ve Davis'in de yaşadığı bel problemleri yüzünden seriyi 5 yada 6 maçta bitirebileceğini düşünüyordu. Seri 3-3 lük eşitlikteydi. Wade inanılmaz performanslarla herkesi şaşırtmaya devam ediyordu. Son maçı kazanan Miami J-O'neal'lı Indıanaya 4-2 ile eleniyorlardı. Büyük bir takas gerçekleşmişti!!! Shaq Miami'deydi. Gerçi takımın yarısı gitmişti ama... Lakers bu takasta Wade'i alamadığı için çok eleştirildi. Herkes en iyi uzun-kısa kombinasyonunun yao T-Mac olacağını düşünürken Miami'liler de Wade - Shaq diyorlardı. Sezona fırtına gibi giren Heat Wade'in asıl pozisyonu olan şutör Guard'a dönmesiyle daha da başarılı oluyordu. Wade içeriye penetre ediyordu oradan ya sayı çıkıyordu ya Shaq'a bir asist yada dışardaki Damon jones'e bir üçlük asisti oluyordu. Sezonu mükemmel bir yüzdeyle bitiren Heat ilk sıradan playoff'lara kalıyorlardı. İlk seride Shaq etkili olamazken Wade'in önderliğinde seriyi 4-0'la kazanıyordu. Washington Wizards ile eşleşen Heat iki maçta Shaq'ı dinlendirirken Wade artık bir süperstar olduğunu 4 maçı da kazandırarak gösteriyordu Sırada Detroit vardı. Detroit ilk maçı deplasmanda kazanarak kısa süreli bir şok yaşatıyordu herkese. Ancak ikinci maçı evinde Wade'in üstün performansıyla kazanan Heat deplasmandaki ilk maçı kazanıyordu. Wade yine üstün bir performans sergilemişti. Heat deplasmandaki ikinci maçı ise kaybediyordu. Wade o maçta %25 gibi çok kötü bir yüzdeyle oynuyordu. Sonraki maçta Wade'in maçın başlarında sakatlanmasına rağmen kazanan Heat Wade'Siz çıktığı Detroit deplasmanında bozguna uğruyordu. Son maçta sakat sakat oynamasına rağmen son saniyelerde fevri kullandığı bir top nedeniyle maçı kaybettiren Wade oluyordu.

Bugüne gelindiğinde Dwyane Wade tüm dünyada en çok forması satılan NBA oyuncusu oldu. Wade 2005-2006 yılı itibariyle Miami Heat ve NBA'deki 3. sezonunu yaşıyor. NBA'de şu ana kadar169 maç yapan Wade, maç başına 21.8 sayı ortalaması ile oynuyor.

UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #30 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:29
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

KOBE BRYANT

Bir NBA oyuncusunun oğlu olmak aslında hiçte sanıldığı kadar iyi bişey değildi.Milyonlarca çocuğun aksine çok çok rahat ve huzurlu bir yaşantı onun önündeydi ama sürekli takaslar veya transferlerle şehir hatta ülke değiştirmeleri ilerde yaşayacağı sorunların temelini atacaktı "Arkadaşsızlık"

NBA oyuncusu Joe Bryant ve eşi Pamela Bryant'ın oğulları Kobe nin hikayesi 23 ağustos 1978de Philedelphia da başladıİsmini ilginç bir şekilde annesi hamileyken yemek yediği bir lokantadaki "Kobe usülü biftekten" almıştı ve büyükannesi bu ismi duyduğunda hiç hoşlanmadı ve nüfusa kayıd olunana kadar Joe ve Phemela nın bu fikrini değiştiremedi.Ama şimdi alışılmadık bi isme sahip olmak Kobe yi memnun ediyor.İsmini aldığı Kobe şehrine yaptığı ziyarette halkın kendisine aşırı yoğun ilgisinden çok şaşırmış ama aynı zamanda da bundan memnun kalmıştı.Bu yüzden bu ismi taşımaktan büyük gurur duyuyor.Bryant ailesi hiçbir zaman birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir aile olduklarını belirtiyorlar ailedeki dayanışma üst düzeymişİşte Kobe yi ligteki diğer oyunculardan ayıran en büyük nokta bu o zor koşullardan değil iyi bir aile ortamından geldi.En büyük problemleri baba Joe Bryantın işi gereyi sürekli şehir değiştirmeleriydi.NBA kariyeri boyunca vasatı aşmayan bir oyuncu olan baba Bryant,Kobe doğduğunda Philedelphia da oynamaktaydı ve burası Kobe nin çocukluk yıllarının geçtiği yer ve halen bile ailesi nerde yaşıyor olursa olsun evi olarak kabul ettiği yer.Dha sonra baba Bryant Housten a, ordan San DiagoClippers a takas edildi.Ve nihayetKobe 5 yaşındayken kendisinin yaşamında önemli bir yer edinecek olan İtalya ya taşındılar.Her ne kadar ilerde oğlunun olacağı büyük bir şöhret değilse de Joe Bryant Kobe için bir kahramandı.O günleri annesi dile getirdiğinde küçük Kobe babasının maçlarını izlerken havlusunu ve çeceğini yanına alıp televizyonun başına geçtiğini ve babasını birebir olarak kendi oyuncak potasında taklit ettiğini söylüyor.Basketbol altyapısı işte o dönemlerde atılmıştı ama Kobe nin İtalya da ki döneminde tek tutkusu basketbol değildi her İtalyalı genç gibi Kobe de 8-9 yaşlarında futbola merak salmıştı.Fakat zamanla bütün ilgisi basketbola kaydı.Bunun olması için 2 sebep vardı.Birsii her sene gittiği Philedelphia (Phi de futbolun yeri küçüktü) ve ikinci nedense benim hormonlu diye nitelendirdiğim olay,Kobe 11 yaşından itibaren çok hızlı bir biçimde büyümeye başlamıştı.Phi de basketbola başlarda pek iyi başlayamadı.Çünkü oyun onun İtalyada öğrendiğinden çok farklıydı.Kobe oyun içindeki küçük sertliklere, trashtalk'lara küçük hilelere pek alışkın değildi ama kısa sürede adapte oldu.Basketboldaki ilk gelişimini 11-13 yaşları arasındayken olmuştu.13 yaşındayken Kobe artık herkesle birebir oynayabilecek özgüveni buluyordu kendisinde.Basketbolcu ve voleybolcu kız kardeşlerini nihayet yenebiliyordu babasınıysa tektek tek potada halen mağlup edememişti ama,o günlerde çok uzakta değildi artık Joe Bryant oğlunu yenmek için ufak hilelere ve "size" üstünlüğünü kullanmaya başlamıştı.Fakat bu durum 13 yaşına kadar sürdü ve Kobe babasını artık yeniyordu.
Kobe 13. yaşını bitirirken Joe Bryantında artık aktif basketbolu bırakma vaktinin gelmesiyle Pennsylvania ya kesin dönüş yaptılar.Babasının genlerinden aldığı yeteneği burada İtalya da ve yaz tatillerinde Phi den öğrendiği tarzla harmanlayan Kobe burda oynadığı bir maçta lisede koçluğunu yapacak olanGregg Downer'ın gözüne girmeyi başaracaktı.Downer onu antrenmana davet ediyordu üstelik bu kararı vermesi için onu 5 dakika izlemesi yeterli olmuştu.İtalyadayken Magic Johnson hayranı olan Kobe ABD ye geldiği an MJ yi izlemeye başladı.Onun heryaptığını Merion lisesi salonunda yüzlerce binlerce defa tekrarladı.Ounun gibi drive ediyor onun gibi şut çekiyor onun gibi fadeaway atıyor onun gibi fake gösteriyordu.Ve Kobe 18 ine geldiğinde Allah vergisi bu yeteneği çalışma azmiyle birleştiğinde artık brçok silahı olan oyuncu haline gelmişti.Lisedeki antrenörleri inden Tom McGovern onun için "Yaşına göre çok olgunduve basketbol görgüsü de yaşının çok üzerindeydi" diye tarif ediyordu.McGovern in unutamadığı bir diğer noktaysa Kobe nin müthiş bir iş ahlakı olduğuydu.Her sabah kendi çalışmak için okula 1 buçuk saat erken gelen McGovern,ağırlık odasından duyduğu yere çarpan parke seslerinin kaynağını kontrol etti ve salonda gördüğü tek ismin hep aynı olduğunu söylüyordu.Kobe her sabah tek başına çalışmaktaydı.Yalnızca şut değil;dribling,kondisyon... herşey.Nitekim onun bu iş ahlakı imzamda da bulunan söz gibi kariyerinin sonraki bölümlerinde de Michael Jordan'nın koçluğunu yaptığı dönemde Phill Jackson"Kobe iş ahlakı yönünden NBA de yanlızca Jordanla kıyaslanabilir"sözüyle idolü olan MJ ye benzetiliyordu ve Kobe için bundan daha büyük bir övgü olamazdı.

Lise yılları Kobe için müthişti en seçkin ve zengin öğrencilerin okuduğu Lower Marion lisesi basketbol dalında esamesi okunmayan bir okuldu ve nitekim ilk sezonunda Kobe de hiçbirşey değiştiremiyordu.24 maçta yalnızca 4 galibiyet alabilmişlerdi.Ama sonraki 3 sezon boyunca bambaşka bir çizelge çizdiler ve ve 90 maçta sadece 13 kez yanilerek 77 galibiyet aldılar.Ve liseler arasında adı en üst düzey oyuncular arasında anılmaya biletleri full çekmeye başladılar.Kobe 30.8 sayı 12 rib. 6.5 asist 4 topçalma 3.8 blok gibi istatistikler tuttururken okulunuda 31-3 gibi bir dereceyle eyalet şampiyonluğuna taşıyorduSona eren lise kariyeri boyunca Phi nin tüm zamanlardaki en fazla sayı atan oyuncusu olan Wilt Chamberlean i de aynı sıralamada 2.359 sayı Carlin Warley nin 2.441 sayısının ardından 3. oluyordu.(2.359 sayı ile)
Ve USA Today tarafından yılıln lise oyuncusu,Naismith yılın oyuncusu ,McDonalds All American takınmında yer aldı dahası şehir takımı 76ears la entrenman da yapıcaktı bu Kobe için çok anlam ifade ediyordu çünkü ilk kez pro. lerle aynı sahada oynayacaktı.Yardımcı antrenörlerden Joe Carbone kendisiyle yakından ilgileniyordu ve Carbone un Kobeye çok büyük yardımarı dokundu.(Kobe halen Carbone la çalışmaktadır)

Ve Kobe erken profesyönel olucağını açıkladı.11 Temmuz 1996 da LAL genel menejeri Jerry West,90 ların başından itibaren düşüş trendinde olan Lakersı yine 90 ların sonunda zirveyee taşıyacak olan hamlelerden ilk ikisini gerçekleştiriyor ve Hornetsle sağlanan bir anlaşma sonucu ligin üst düzey pivotlarından Divac ı gönderip 13. sıradan draftte seçilen NCAA tecrbesi olmayan ne kadar süre oynayacağı şüpheli olan bir çocuğu alıyordu.Takastan 7 gün sonraysa Orlandonun süperstar pivotu O'Neal şansını bu kez Pasifik kıyılarında denemek istemiş ve Lakers'a imzayı atmıştı.Hollywood'un takımı kendisine yakışmayan sönük günlerinden arınma yolunda,biri o günlerde henüz fark edlimeyen iki çok önemli hamle yapmıştı...
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.

Bu mesaj; PeSSiMiST tarafından '02.09.06 - 18:33' tarihinde değiştirildi.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla






© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006