KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Eğitim > Dersler > Felsefe


Felsefe


Cevapla
 
Seçenekler
  #1 (permalink)  
Alt 22.09.06, 13:36
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 35
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Yeni Modernizm Nedİr?

Modernizm genelde, on dokuzuncu yüzyıl sonu ile İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar olan dönemde, bilhassa sanat ve edebiyatta meydana gelen büyük çaplı değişimleri tanımlamakta kullanılan bir terim sayılmaktadır. Öte yandan, modernizmin açıkça sınırı belirlenmiş bir bitiş tarihi yoktur. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri gerçekleşen değişimleri tanımlamak için postmodern terimi kullanılıyorsa da, bazı düşünürler modernizmin hâlâ sürdüğünü iddia etmekte, bazı yazarlar da, modernizmin ölümünün söz konusu tarihten çok daha önce gerçekleştiğini belirtmektedirler. Fransız göstergebilimci Roland Barthes, modernizmi, on dokuzuncu yüzyıl içinde bir momentte toplanan, yeni sınıfların, teknolojinin ve iletişimlerin evriminin sonucu olarak türeyen dünya görüşlerinin çoğullaşması şeklinde tanımlamıştır. İngiliz romancı ve denemeci Virginia Woolf ise, modernizmi, insan ilişkileri ve insan karakterinde bir değişim olması açısından tarihsel bir fırsat saymıştır. Modernizmin ne zaman başladığı veya özelliklerinin tam olarak neler olduğu konusunda çok az görüş birliği bulunmasına karşın, biçimsel olarak modernizm, genellikle, derinleşme, üslûpçuluk, içe dönme, teknik gösteriş, içsel olarak kendinden kuşku duymaya yönelik bir hareket ve Viktorya dönemi gerçekçiliğine karşı bir tepki şeklinde tarif edilmiştir. "Hiçbir sanatçı gerçekliğe tahammül etmez," sözünden dolayı çoğunlukla ilk modernistlerden birisi sayılan Friedrich Nietzsche, sanatın amacının kendi kendini gerçekleştirmek olması gerektiğini ve yaşamı bizzat sanatın ürettiğini iddia etmiştir. Freud'un bilinçdışı ve cinselliğin önemiyle ilgili kuramları gibi, Nietzsche'nin bireye ve sanatçının bilincinin dramına yaptığı vurgunun da modernizmin gelişiminde pek çok açıdan etkili olduğunu söyleyebiliriz. Empresyonizm, Post-empresyonizm, Ekspresyonizm, Kübizm, Fütürizm, Sembolizm, İmgecilik, Vortisizm, Dadaizm ve Sürrealizm: Bu hareketlerin hepsi genel olarak modernizm diye adlandırılan akımdan beslenmişler ve hepsi de, değişen derecelerde, gerçekçi ya da romantik itkinin yıkıcıları olup, soyutlamaya yönelmişlerdir. Modernizm, müzikte atonalizm, şürde vers libre, romanda bilinç akışı tekniğiyle karakterize edilirken, mimaride işlevselcilikle ilişki içinde olmuştur. Fakat moder- nizm yalnızca sanatla ilişkili bir hareket değildir. Aksine, zamanın teknolojik, siyasal ve ideolojik değişimleri ile gelişmelerini etkilemiş, ayrıca onlar tarafından etkilenmiş, oldukça geniş kapsamlı bir entelektüel harekettir. Einstein'ın izafıyet kuramı, X ışınlarının keşfi, otomobillerin seri üretimi ve Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaş içinde gerçekleşen sarsıcı yeni gelişmeler; hepsi bir araya geldiğinde, genelleşmiş özelliklerinin görüldüğü bir krize, parçalanmaya, zamanın tüm kültür ve toplum alanlarını etkisi altına aldığı görülen içe dönmeye yol açmıştır. Bu gelişmelerin yankılarının yirminci yüzyılın sonunda bile hâlâ duyulduğu iddia edilmektedir.

SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ
Gordon Marshall
Çeviri: Osman Akınhay – Derya Kömürcü.

MODERNİTE ve GÖÇ

Musa AKAR

1. METALARIN ELEGEÇİRDİĞİ ZAMAN VE YİTİK MEKANLAR

Göç!... Göç(mek), göçmen olmak... Sözcüğün kendisi, kendi yıkıcılığını, yok sayıcılığını ve de olanı, olduğu uzam ve zamandan dışlayıcı konumunu, fonetik bağlamda, kendi içinde bir emir kipi olarak taşıyor. Sözcüğün Yunus(ça)sı “kestire başı” türünden. Göç! Diyor... kurduğun, yaptığın, yarattığın düne dair ne varsa unut. Şimdi(de), sen buraya ait değilsin. Şimdi(n)de buraya ait olmadığın için, gelecekle ilgili hiç bir ideni de bu uzam üzerinde kurma. Geçmişi yık, unut. Senin bu uzama ait bir geçmişin olmadı say. İşte bu, senin için göç(mek)tir. Bu uzam ve zamanlardan, sadece bedeninle değil, tininle de göçeceksin. Öyle bir göçeceksin ki, dönüp baktıklarında, bu uzam ve zamanlarda senin zerren bile kalmayacak. Sen, sen olarak, o uzam ve zamanları hiç yaşamamış olacaksın. Göçmen diyecekler sana, mülteci, sığınmacı, kaçkın ve varoş insanı. En yıkıcı kavramda, göçmen olma durumunu ifade eden kavram. Göç-men!... ben göçtüm, ben yıkıldım, ben yok oldum. İçi acı, içi ağıt dolu bir sözcük, göç-men... Göç, öznenin tarihinin yok sayılması durumudur. İnsanın, dünya-içeriliği durumunda zamanı ve uzamı seçme hakkı yoktur. Özne kendisini, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde buluverir. Hayyam, derin bir duyarlıkla dile getirir bunu.

Elimde olsa dünyayı küçümserdim;
İyisine de kötüsüne de yuf çekerdim;
Daha doğrusu bu aşağılık yere
Ne gelirdim, ne yaşardım,ne de ölürdüm

Alçaklığın harman olduğu zamanlarda, dünya külfet olur iyi insanlara. O durumlarda Hayyam gibi düşünür insan. Ama, gene de bir uzama sımsıkı tutunur. Orada, kendini, kendisi olarak var kılmak için, zamanın bir ucundan yaşamın içine dalar. Orada zaman, onun, içinde yaşadığı toplumun tarihi olduğu gibi; özne olarak, tek tek “ben”lerin de tarihidir. İçinde kendi “benini” kurduğu uzam, öznenin vatanıdır, kentidir, köyüdür. Bu, bir kültür varlığı olan özne açısından, “yurdunda” olma durumudur. Uzamları boş ve anlamsız şeyler yığını olmaktan çıkarıp, düzen ve anlam içerikli bir kozmosa dönüştüren şey, öznenin “yurdunda” olma durumudur. Uzamı zihin sürecinden geçiren özne, şeyleri yalın gerçekliklerinden alıp, anlam bağlamında dönüştürerek, simgeler evreninin içine taşır. Uzamların yalın gerçekliklerini, simgesel evreni içinde, anlam boyutuyla sürekli yeniden kuran insan; nesnelerle, sadece nesne olmaları bağlamında ilgilenmez. Özne, nesnelere, simgesel evreninde metaforik içerikler kazandırır. Öznenin tarihi, kendi zamanıdır. Özne, kendi zamanını geçmiş-şimdi-gelecek ardaşıklığı içinde, kendi uzamında yaşar. İnsan, kendi zamanı ve uzamını “öteki”nin zamanı ve uzamına kendi isteğiyle eklemlediği sosyalizasyonu içinde, simgesel evrenini zenginleştirir. Kendi uzam ve zamanını, kültürel varlık alanı içinde, kültürün normları aracılığıyla anlamlara dönüştürür. Uzamın anlamsal boyutu, kendini, zamanda açımlar. İnsanın varlık olarak, varoluşunu gerçekleştirdiği uzamının geçmiş zamanı, öznenin kimliğidir. Özne geçmişini, şimdinin içine taşıyarak, kendi uzamında, köklerini sonsuz kılacak bir yerlere bağlamaya çalışır. Kendi uzamında, kendi zamanı içinde, kendi köklerini bir sonsuzluğa yerleştiren özne; kendini, tarihsel bir varlık olarak algılar. Bu bir ummak durumudur ve insanın temel hayat güdüsüdür. Göç durumunun, olgusal olarak bu açımlamayla ne bağlantısı var? diye bir soruyla, koyulduğumuz yolda ilerleyelim. Göç, öznenin kendisi dışında, kendisine karşı işleyen sürecin kavramıdır. O, kendisini, kendisi olarak var kılıp anlamlandırdığı zaman ve uzamından zorla sökülüp atılır. Atılışının, atanlar tarafından nasıl gerekçelendirildiği ve hangi araçlar kullanılarak sökülüp atıldığı ayrı bir konu. Atılış gerekçesi ve atılırken kullanılan araçlar ne olursa olsun, göçün her türlüsü, özne için aynı oranda yıkıcıdır. Modern çağın yıkıcılığı, yaşantıları kuşatan, özneyi metalaştıran üretim ilişkileri sürecinden kaynaklanır. Göç, kapitalizmin metalaştırdığı insan emeğinin, serbest dolaşım süreçleri içinde, öznenin kendine yabancılaşmasına ve nesneler içinde bir nesne olmasına yol açmıştır. Çünkü, sınıflı toplumda, toplumsal artı-değeri örgütleyen sınıf, zamansal artı-değeri de örgütler. Başkasının olan zamanı da kendi mülkü olarak tasarruf eder. Üretim araçlarını elinde tutan sınıf, emekçinin geri dönüşü olmayan zamanının da tek sahibi olur. Nesnelerin, meta olarak dolaşıma sunulup tüketildiği modern çağda, öznenin, kendi özerklik alanlarını korumasının koşulları da ortadan kalkmıştır. Özne, nesneler tarafından kuşatılmıştır. İnsan, varlık olarak varoluşunu gerçekleştirmede araç olarak el-altında bulundurduğu nesnelerin, denetimi altına girmiştir. Özne, nesnenin aracı haline gelmiştir. Özne, nesnenin içinde kendini yitirmiştir. Modern çağın zamanı, metalaşmış nesnelerin zamanıdır. Öznenin kendi zamanı yoktur. Kendi zamanını yitiren özne, uzamsızdır. Bütün uzamlar öznenin elinden alınmıştır. Metalaşmış nesneler, bütün uzamları kuşatmıştır. İnsan, içinde yitip gittiği nesnelerin, dolaşımdaki akışına bağlı olarak bi-mekandır dünyada. İnsanlık tarihinin görüp geçirdiği en büyük yıkım, kapitalizmin metalaştırdığı insan emeğinin dolaşımından kaynaklanan göçtür. Artık, varoluşunun bütün ereği, emeğini daha iyi koşullarda daha yüksek fiyatla satmak olan insanın; dünya-içeriliğinde, öznenin kendine ait zamanı yoktur. Bütün zaman, öznenin dışında, özne için, öznenin kendi varlığına karşı dakikası dakikasına programlanmıştır. Kendisine ait zaman algısını yitiren özne, kendisine ait uzam bilincini de yitirmiştir. Şimdi zaman, daha çok çalışmak zamanıdır. Daha çok tüketmek için, daha çok çalışmak. Her an tüketmek için, her an üretmek zamanı. Aşk için zaman yoktur. Artık zaman, metalaşmış sex zamanıdır. Bant sürekli sex objeleri üretiyor, bant dönüyor. Bant, içinde tembellik hakkı gibi bir hakkı da taşıyan aşk kavramını bilmez. Hemen düzüşelim ve bantlarımızın başına geri dönelim. Dinlenmek mi? İnsanın mistik takılması, kendini dinlemesi, kendi zamanını, kendisi olarak istediği mekanlarda duyumsayarak yaşaması durumu değildir artık. Şimdi tatil zamanı. Beş yıldızlı oteller, kamplar, yapay tatil köyleri, zamanı senin için programladı; git ve tüket. Daha çok üretmek için tüket. Senin zamanın yok. Zaman metanın zamanı ve bu bağlamda uzamlarda metalaştı. Orman, deniz, dağ, çöl gibi uzamlar, uzam olarak yok artık, metalar olarak var. Özne için uygun olanları, ben belirlerim ve onun tüketimine sunarım. Orman isteyene orman, deniz isteyene denizi satarım. Yeter ki özne, bunu tüketecek satın alma gücüne sahip olsun.

2. DİLSİZLEŞEN DÜNYADA GURBETSİZ KALAN İNSAN

Kapitalizmin, meta(ya) kurban ettiği bi-mekan insan için, artık gurbet zamanı da yoktur. Gurbet imgesi, başka bir göçün bilinç durumuyla ilgili bir kavramdır. “Öteki”nin zamanında ve uzamında, yabancı olma -yabancılaşma değil- durumunun kavramıdır. Gurbet bilinci, öznenin ait olmadığı bir zaman ve uzamda, kendi “ben”ini, aidiyetini, “öteki”ne karşı anlatmaya çalıştığı metafor bir söylemin ürünüdür. Gurbet insanı, bilincinde, ait olduğu zaman ve uzamı yitirmemiştir. O, Onun geçmişidir; şimdi(si)ne, o geçmişi daha bir yoğunlukla taşır. Gelecek idesini, belirli bir süre sonra döneceğinden emin olduğu kendi zamanı ve uzamına dair kurar. Bu nedenle, gurbet insanı için “gurbet ölümden beterdir”. Ölüm, öznenin hiçliğidir. Hiçliği duyumsayan insanın, dünya-içeriliğe dair bir idesi de yoktur. Ama, gurbet insanın dönüş idesi, temel hayat güdüsüdür. Öznenin nesneye kurban edilmişliği sürecinde ortaya çıkan, metalaşmış emek ürünü gurbetçi, umutsuzdur. O, ölümünü yaşar. Dönebileceği bir zamanı ve uzamı yoktur. O, hiçtir. Nesneler içinde bir nesnedir. Meta dolaşımının bir parçasıdır. Modern çağın gurbetçisi, gurbeti duyumsamaz. Ait olmamak koşuluyla, bütün uzamlarda vardır ve sahip olmamak koşuluyla, bütün zamanların içine girebilir. Kendisine ait bir zamanı olmayan bi-mekan öznenin, yok sayılan geçmişi, elinden alınan tarihidir. Tarihsiz kalan insan ahlaksız da kalmıştır. Kapitalizmin ahlaksız ahlakı içinde, özne, artık kendisi için de “öteki”dir. Kışkırtılmış tüketim tutkusu, öznenin tinselliğini öldürmüştür. Özne, tinini metalarla anlamlandırır. Tin, kendisi metalar içinde bir metadır. Post modern çağın sanal evreninde, potansiyel tüketici, öznenin tinidir. Üretim ilişkileri sürecinde, zamansız ve uzamsız kalan özne, kendisine karşı “öteki”(leş)tiği için; dışındaki “öteki” de, derya içeri olan balıklardan bir balıktır. Büyük balığın, küçük balığı yuttuğu bu evrende, herkes, herkes için tehlikeli bir “öteki”(dir). Yutulmamak için kaçmak, yutmak içinde kovalamak zorundadır. Varoluşlarını, bir birlerine karşı kaçmak ve kovalamak edimleri üzerine kurmuş varlıkların diyaloga da gereksinmeleri yoktur. Aslında, zamansız ve uzamsız kalan özne için, büyük balığın küçük balığı yutarak var olabildiği bir evrende, “öteki” ile diyalogsuz kalmanın hüznünde dayanılmaz bir çekicilik de yok değildir. Diyalogsuz kalmanın hüznü, bastırılan insani niteliklerin dipten gelen dalgaları olarak, vurur bilincimize. Post modern çağın sanal evreninde, diyalogsuz kalan özne, kendi ben(ini) de tinsel bağlamda metalaştırdığı için, monolog yapma yetisini de kaybetmiştir. Suskunluğun dili hiç değildir bu. Dilsizleşmiştir insan. Sözdeki gizemin, uyumun yitip gitmesi durumudur bu. Gürültüye kesilmiş bu evrende, kimsenin kimseyi anlamaya gereksinimi yoktur. İnsan olmanın, bastırılmış, bilinçaltımızın derinliklerine itilmiş nitelikleri, dipten gelen dalgalar gibi döver bedenleri. İşte, tam da bu an (lar) da, elimizden alınmış, kendimize ait olmayan yitik zamanlarımızın artık yok uzamlarından bir kokuyu bir sıcaklığı duyumsarız. Bu, soyumuzun insan sıcaklığıdır, sevgililerimizin kokusudur. Post modern çağın insanı için, tehlikeli anlardır bu anlar. Yitik zamanların artık olmayan uzamlarına ait duygulardır bunlar. Zamanları tükenmiştir. Onları yaşatabileceğimiz mekanlar da yoktur. O yaşamların, o duyguların dönüp gelmesi tehlikelidir. Post modern çağın sanallaştırdığı bu evrende, o duygu ve duyarlıkların kendilerine bir alan açabileceklerini ummak, imkansızı ummaktır. Post modern zamanlarda, kapitalizmin ahlaksız ahlakı bütün zamanları ve uzamları ele geçirmiştir. Yutulmamak için büyük balıklardan kaçmak. Yutmak için küçük balıkları kovalamak çağımız insanının tek varoluş biçimidir. Böylesi bir varoluş biçimi içinde diyalog tehlikeli bir durumdur; monolog ise, metalaşmış tinler için gereksizdir. İnsan dilsizdir. Çağımızın en yıkıcı göçü de budur.

YAZAR HAKKINDA:

1950 Antalya doğumlu olan yazar, Ankara Üniversitesi DTCF Sosyal Anropoloji Bölümünden 1979 da mezun oldu. Mersin Üniversitesi Felsefe Bölümünde yüksek lisansını tamalayan yazar; aynı Üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde öğretim görevlisi olarak calışmaktadır.

MODERNLİĞİN BAŞLANGICI

Modernliğin Felsefi Söylemi adlı kitabında Habermas; Foucault, Bataille ve Derrida'yı 'neo-struktüralist' olarak eleştirir .Hegel'in ilk olarak kullandığı bir sözcük olan 'modernite' "der, Habermas, "tarihi bir bağlamda kullanılmıştır. Bu İngiltere'deki 'yeni zamanları' belirlemektedir. Aynı zamanda Fransa'da da 'les temps modernes' kullanilmıştır." Bu aşağı yukarı 1800'lü yılları içermektedir. O tarihlerde ise 'modernite' geçmiş olan üç yüz yılı kapsamaktaydı Yeni Dünya'nın bulunuşu, Rönesans ve Reform (bütün bunlar 1500'lü yıllan içeren olaylardır). Yani Orta Çağ ile modern zamanlar arasındaki tarihi eşiği içerir. Hegel aynı şekilde bu modern sözcüğünü Hıristiyan Germanik dünyasını tanımlamak için de kullanır. Ki bu da greko-romen bir Antikiteden gelmektedir. Bu şekilde görüldüğü gibi,modern sözcüğü tarihi uzantısı belli olmayan ama mekânı Avrupa kıtası olarak belirlenen bir yeri kapsamaktadır. Bir Çin uygarlığı veya Hindistan için veya doğu bilimi için 'modernlik' sözcüğü kullanılmamaktadır. Antikite ve Ortaçağ sonrasının eklemlenmesinin ancak modern zamanlar Modernliğin yine Hıristiyanlıkta kullanılan anlamı, Batı dünyası içinde geleceğin anlamını taşımaktadır, yani Tanrı' nın son yargısından sonra gelecek olan zaman 'modern zamandır' Hegel Tinin Görüngübilimi'nin giriş yazısında içinde olduğumuz zamanın bir Zeitgeist (zaman ruhu) olduğunu yazar. Zamanımızın bir geçiş dönemi olduğunu belirtir. Yani hızlı gelişmenin bilinci ve değişik bir geleceğin beklentisi arasında tüketilen bir geçiş anından bahseder. "Tin şimdiye kadar gelmiş olan dünya ile' gerek varlığında gerekse temsiliyetinde" bir kopukluk oluşturmuştur. Yeni birşey beklenmekte, bu hazırlanıp durmaktadır. Bu ufalanan güneşin doğuşuyla ki, bu ani bir parlamadır, durdurulamaz, ama tek bir defada yeni bir dünyanın inşaasını ortaya çıkarır. Bu yeni dünya eskisinden ayrıldığı ve geleceğe doğru açıldığı ölçüde yeni tarihi bir dönemin başlangıcı, şimdiki zamanın her anındaki, yeniye gebedir, kendini yeniden üretir ve süreklendirir. Bu nedenle modernliğin tarih bilinci "şimdiki zaman ile yeni zaman arasında bir sınırsızlık oluşturmaktadır. Şimdiki zamanın tarihi olarak içinde bulunduğumuz zaman, yeni dünyaların zamanının ufkunda önemli bir seçenek oluşturur." Hegel'e göre, içinde bulunduğu zaman Fransız İhtilali'nin başlattığı zamandır." Yani 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlangıcıdır. Yine Hegel'e göre "güneşin doğduğu bu muhteşem an bizi dünyamızın ve günümüzün tarihine son yaklaştıran andır Bu zaman sürekli yenilenir bir şekilde geçmiş ile yeni zamanlar arasında bir kopuş meydana getirir. 18. yüzyıl yeni zamanlar sözcüğünü kullanırken, aynı zaınanda da yeni bir paradigmanın oluşmasını belirler. Bunlar devrim, ilerleme, özgürleşme evrim, bunalım, zaman ruhu gibi kavramlardır. 'Tüm-bunIar hareketi belirlemek için kullanılmışlardır. Tüm bu terimler modernliğin başlangıcım oluşturan Hegel için anahtar terimlerdir. Estetik boyutunda da modernlik analizi ile karşılaştığımızda ortaya şu çıkmaktadır: Eskilerle yeniler arasındaki tartışma , antik sanat ile kopuş temasını, 18. yüzyılda belirler. Modernlerin tarafını tutanlar Fransız sanatındaki klasikliğe karşı çıkarlar. Bunlar Aristo'nun modern bilimlerde düşündüğü mükemmellik ve ilerleme fikrine benzer. Modernler tarihi ve eleştirel kriterlere dayanarak antik modelin taklit edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Mutlak sayılan ve zamanı içermeyen bir güzellik fikrine karşı, belirli bir dönemi içeren ve Fransız aydınlıkçılarının düşündükleri anlamda bir güzellik fıkrini savunuyorlardı. Modernitas antikiteden ayrılmak için daha evvel kullanılmış bile olsa, Hint-Avrupa dillerinde 'modern zaman' sözcüğü ancak 18. yy. sonunda kullanılmıştır. Bu, özellikle, güzel sanatlar alanında kullanılan bir sözcüktür. Bu nedenden dolayı da 'modern' ve 'modernlik' sözcükleri hep 'avangard' anlamında güzel sanatlar için kullanılan bir sözcük olmuştur. Örneğin , Baudlaire için estetik deney, tarihi deney ile karışmıştır. Bu nedenle de baudlaire için günlük yaşamdaki sanat eseri güncel ile ebedi arasında bir yere oturtulmaktadır. “modernlik geçiciliktir, geçiştir, bitişikliktir, sanatın yarısıdır, diğer yarısı ise kımıldamayan ve ebedi olandır. Güncel ile ebedi arasındaki kontrast ile sanat eseri, modernlik bağlamında, geçicidir ve geçicilikten kurtulmayı başaramaz, ama bu şekilde bayalığı aşar. Baudlaire için bu geçiş anı gelecek olan bir şimdiki zamanın otantik bir geçmişi olarak tanınacaktır. Anlaşılacağı gibi Baudlaire için de sanat eseri hem şimdiki zamanı içerecek hem de bir ebedilik taşıyacaktır. Bu ebedilik için ise günlük bayalığı (günümüz için kiç veya arabesk sözcüklerini kullanabiliriz) aşacak, bunun için de gelecek olanın otantik bir geçmiş ile kesişmesini sağlayacaktır. Baudelaire de Querelle des Anciens et des Modernes tartışmasından yola çıkar, ama buna bir değişiklik katar; ve bu değişiklik de, mutlak güzel ile görece güzel arasındaki farktadır: "Güzel hem ebedi, değişmez bir ögeden, hem de o andaki rastlantıya ait görece bir ögeden oluşur. Bu ikinci dönem, çağ, moda, ahlak, tutkuyu içerecek “Bır sanat eleştirmeni olarak Baudlaire resimde "şu andaki yaşama ait, . geçici uçucu bir güzellikten " bahseder. Modern olan yeni kullanımının bilincinde olan, terminolojik olarak orijinal olanı içerir. Walter Benjamin'in Baııdelaire üzerine yaptığı araştırmadan da ortaya çıkan; gerekli olup töze ait olan ile uçuveren arasındaki birleşikliğin diyalektik imgesidir. Bu güncellik ile sanat eseri arasında kurulan paralellik sanat, moda, yeni, tembelliğin bakış açısı, dahinin ve çocuğunki gibi tanımlar üzerine kurulmuştur. Walter Benjamin, Tarih Felsefesi Üzerine Tezler adlı çalışmasında, Baudelaire'inkine benzer hem geçmişi hem şimdiki zamanı hem de gelecek zamanı birleştiren bir kavram geliştirir: Zamandışılık (A- present). Hem sürrealist hem de mistik Yahudi temasının birlikteliğini kapsayan bu kavram modern sözcüğünün zamanın dışına taşınmasını getirir. Burada Benjamin, zaman-dışılık için yenilikçi bir şimdiki zamanın otantik anında, türdeş (bağdaşık) tarihin sürekliliğinin dışına çıkarak, hem din dışının şokunun parıltısı hem de Mehdi'nin görüntüsünün ortaya çıktığı mistik birleşmeyi içerdiğini belirtir. Bu iki öğe hem birinciyi hem de ikinciyi billurlaştırır ve şimdiki zamanda üretir. "Geleceğe doğru temel bir yönelim, şimdiki zamanlarda, öyle bir duruma bürünür ki, geçmişe doğru daha radikal bir yönelime dönüşür." Modernitenin en önemli adlarından biri sayılan Baudelaire'deki bu uçarılık, değişkenliği Spleende de Paris kitabının hemen başındaki Yabancı adli yazısında görmek mümkündür. Kendisiyle bir diyalog-monolog içindeki yazar, yabancıya neyi ve kimi sevdiğini sorar. "Ne ana, ne baba, ne dostlar, ne yurt, ne güzellik, ne altın"ı sevdiğini söyleyen Baudelaire, şöyle bitirir: "Peki neyi seversin öyleyse sen garip yabancı?" Yanıt şudur: "Bulutları severim... İşte bu... Şu geçip giden bulutları... Eşsiz bulutları!" Kalıcı olma- yan, geçmişe aileye ve belli bir toprağa dahil olmayan, sadece biçimlerinin bile belirlenemeyeceği bulutlardır bu modernlik... Ama bu ileriye dönük olan ve zamanından daha önce duran avangard ile anlama çekilmemeli Baudelaire, şimdiki zamanı önemsemekteydi ve geçmişin ebediliğinden kopmamıştı. , halbuki 20.yy. avangardizmi ileriye dönük, tamamen geçmişten kopan bir sanatı arzulamaktaydı. Rimbaud’nun “Şiir eylemin ritmini vermeyecek , şiir daha önce olacak” dediği zaman öncülük söz konusu edilmektedir. Fakat Baudelaire yine Spleende Paris kitabında şöyle yazar: "İnsan ha- yatında bir müjde veren, herkeste anlatılmaz bir korku uyandıran müjdeyi veren bir tek Saniye vardır". Bu tek saniye o anlık ebediliktir. Buradan da anlaşılacağı gibi bu tartışma içinde öncü olan ile ebedi olan arasındaki fark, zaman içinde, birbirine karışıp modernlik ve postmodernlik tartışmaları içinde eridi: Postmodern olan ebediliği içinde taşıyıp , eski ögeler arasındaki ayrışık yapıyı koruyor. Modernlik ise geleneğin eleştirisinden yola çıkarak , sonunda eleştirinin gelenek haline girmesini sağlamaktan öteye gidemedi.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
  #2 (permalink)  
Alt 22.03.07, 19:56
REİS_SÖNMEZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Uzman Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 35
Mesajlar: 507
Teşekkürler: 1
Üyeye 8 kez teşekkür edildi
Standart

tşk.ler kardeş
Alıntı ile Cevapla
  #3 (permalink)  
Alt 22.03.07, 20:03
sLeePyHeaD.! - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Efendi Baykuş
 
Kaydolma: 29.08.06
Erkek
Mesajlar: 1.210
Teşekkürler: 3
Üyeye 27 kez teşekkür edildi
Standart

elin dert görmesin heha
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuya Ait Popüler Kelimeler
modernlik nedir modernite nedir kapitalist modernite nedir modernizm nedir modernizm tarihi modernizmin tarihi modernizmin tarihçesi modernizim nedir musa akar





© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006