KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Eğitim > Dersler > Felsefe


Felsefe


Cevapla
 
Seçenekler
  #1 (permalink)  
Alt 14.09.06, 19:25
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 35
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Arrow Etİk’İn Temel Problemlerİ

Antikçağdan beri ortaya atılmış olan etik kuramlarının tümüne birden bakıldığında, etiğin üç temel problem çevresinde dolandığı görülür: 1. "En yüksek iyi" problemi, 2. "Doğru Eylem" problemi, 3. 'İstenç Özgürlüğü" problemi.

1. EN YÜKSEK İYİ:

(a) Bir görüşe göre "en yüksek iyi"nin ne olduğu sorusuna, felsefi etiğin bir konusu olarak asla anlamlı bir yanıt verilemez.

(b) Bunun tam karşıtı bir görüşe göre ise felsefi etiğin kaçınılmaz görevi, tam da bu soruyu yanıtlayabilmektir. Bu görüşe göre, insan yaşamının anlam değeri, herhangi bir en yüksek amaca ulaşma çabasında belirir. Ahlâksal açıdan bakıldığında, bu en yüksek amaç, "en yüksek iyi"dir. gerçekten de, etik tarihinde (özellikle de etik ve ahlâk arasında kesin bir ayrımın yapılmadığı başlangıç dönemlerinde) herkesi bağlayan bir 'en yüksek iyi" konumlamayı denemek, çok sık rastlanan bir durumdur. Örneğin bu "en yüksek iyi" nin kendini tanrıya adama, doğa ile uyum içinde yaşama, kendi kendine yeterli olma, acıdan kaçma ve olabildiğince çok haz duyma, v.b. gibi çok değişik biçimlerde konumlandığını görüyoruz. Tüm bu "en yüksek iyi" ler birbirleriyle bağdaşmaz gibidir. Ama hepsinde ortak olan şey, bir "en yüksek iyi' ye inanılmasıdır. Bu inancın temelinde de, insanın en yüksek ve en değerli şeye doğru çaba göstermesi gerektiği dürtüsü ve motifi vardır. Bu bakımdan, tüm bu denemeler insanın en yüksek ve en değerli şey olarak neye çabalaması gerektiği sorusuna farklı yerlerden kalkılarak rasyonel bir çıkarım zinciri içinde yapıt verme girişimleri olarak görünmektedir. Sonuç olarak herkesin pratikte ulaşmaya çabaladığı şey anlamında bir "en yüksek iyi" olduğu varsayımı, etik araştırmalarının kaçınılmaz koşuludur. Çünkü insanların ilgisi, gerçeklen de, farkında olunsun veya olunmasın, hep böyle bir "iyi"nin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Örneğin bireysel açıdan bakıldığında,sağlık, güvenlik, esenlik v.b. gibi şeyler "iyi" dir. Yine bireysel açıdan bakıldığında, tüm bunlar "mutluluk" un en yüksek iyi olduğu kabulüne de bağlıdır. Gerçekten de, eylemlerimize şöyle bir baktığımızda, bunların tüm ahlâksal buyruk ve talepler içinde önemli bir yer tuttuklarını görürüz.

2. DOĞRU EYLEM:

Etik'in temel problemlerinden olan "doğru eylem" konusunda çok çeşitli yorum ve formüller vardır. Bu yorum ve formüller;

(a) Ahlâksal buyruk ve taleplerin niteliği sorunu

(b) Ahlâksal bakımdan doğru eylemin neliği (mahiyeti) sorunu

(c) Ahlâksal değer yargılarının neliği sorunuyla ilgilidir. Ama ağırlık hangi sorunda olursa olsun, bu üç sorun birbirleriyle sıkı sıkıya bağlıdır.

(a) Ahlâksal buyruk ve taleplerin varoluşunu sağlayan şeyin, bu buyruk ve taleplerin tüm normal insanlarca herhangi bir biçimde yaşanmış olmaları olduğu konusunda bir uzlaşım vardır. Ama bu yaşanmışlığın nasıl bir şey olduğu sorundur.

(I) Bazı etikçiler, ahlâksal buyruk ve taleplerin yaşanmasında (içsenmesinde) ahlaksal değerlerin sezgisel bilgisinin rol oynadığını, bu değerlerin yaşadığımız dünyanın birer parçası olduklarını, insanlar bu değerlerin bilgisine sahip olsalar da olmasalar da, bu değerlerin belirleyiciliklerine devam ettiklerini söylerler.

(II) Bazıları ise dünyanın böyle değerlerle bezenmiş olduğuna asla inanılamayacağını söyleyip, ahlâksal buyruk ve taleplerin insanın kendisinden çıkan şeyler olduklarını belirtirler ve ahlâkiliğin kökenini insan aklında görürler.

(III) Bazıları içinse, insanlar kendi doğal durum ve gereksinimlerine uygun olarak belli bir şeye (mutluluğa) ulaşmaya çabalarlar.

(IV) Yine başka kuramlar, ahlâksal buyruk ve taleplerin herhangi bir biçimde temellendirilmesi işinden kaçınırlar ve ancak, bu tür buyruk ve taleplerin yaşama nasıl geçmiş olduklarını açıklamakla yetinirler. Onlar için bu buyruk ve talepler, bireyin psikolojik yapısından, biyolojik veya toplumsal gelişmeden çıkan şeylerdir.

(b) Bu yorumlara koşutluk içinde, bir eylemi ahlâksal bakımdan doğru bir eylem yapan şeyin ne olduğu konusunda da çeşitli görüşler ortaya çıkar.

(I) Bazılarına göre, bir eylemin ahlâksal bakımdan doğruluğu, her zaman, bu eylemle ilgili özel niteliklere bağlıdır. Eylem, bu özel nitelikler çerçevesinde bir ahlâksal değeri gerçekleştirmeye yönelir.

(II) Bazılarına göre, ahlâklılığın tek bir karakteristiği vardır ve tüm eylem türleri için aynıdır. Bu karakteristik, bir yandan eylemin bir ahlâksal ilkeye bağlılığında görülür, öbür yandan eylemin belli bir durumun sürdürülmesi girişimi olmasında kendini belli eder.

(III) Bazıları ise, bir eylemin ahlâksal bakımdan doğru olmasının, eylemin, başkalarının gözünde kişiyi psikolojik yoldan tatmin etmesine (örneğin bireyin kendisine değer verildiğini hissetmesi) bağlı olduğunu söylerler.

(c) Bunlara karşı, temel problem, ahlâksal değer yargılarının neliğini araştırmak olarak ele alınabilir. Bazı kuramlar ;

(I) Böyle yargılar içinde, ahlâksal değer niteliklerinin bilgisinin dile getirildiğini savunurlar. Bu nitelikler kendi başına şeyler olarak görülür.

(II) Bazıları ise ahlâksal değer yargılarına sadece bir amaç göstererek yapılan eylemlerin yararlılığını dile getiren ifadeler olarak bakarlar.

(III) Daha başkaları ise, değer yargılarının bireyin psişik yapısından kaynaklanan şeyler olduklarını söylerler.

Ahlâksal değerler bağlamında vicdan problemi de etik problematiğin çok tartışılan bir konusunu oluşturur.

(I) ya bize ödevler koyan aklımızın son başvuracağı yer

(II) ya eğitimin

(III) veya toplumsal gelişmenin bir ürünü olarak görülür.

(IV) Teolojik etikte ise, vicdan, "tanrının içimizdeki sesi' dir.

3.İSTENÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Etik kuramların açıklamaya veya doğrulamaya çalıştıkları ahlaksal yaşama ait tüm fenomenleri, örneğin ahlâksal ilişki fenomenlerini, doğruluğu veya yanlışlığı, vicdanı, değer verilme veya değer verilmeme duygusunu, tüm önyargıları, eğilimleri, tüm pişmanlık ve suçluluk duygularını, bir an için anlamdan yoksun şeyler olarak görmek olanaklıdır. Tüm bu fenomenlerin temelinde bir inancın yattığını, bu nedenle de ahlâksal eylemlerin aslında eylemde bulunan kişinin özgür kararına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Buna inanılırsa, eylemde bulunan kişinin, isterse başka biçimde eyleyebileceği sonucuna varılabilir. İşte, istenç özgürlüğü başlığı altında ifade edilen şey, bu inançtır. Günlük yaşama baktığımızda, hiç de doğrulanabilir görünmeyen bu görüş, ne var ki, Antikçağdan bu yana, felsefede yüzyıllar boyu tartışılagelmiştir. Doğal olguları ayrıcalıksız belirleyen ve aynı nedenlerin hep aynı sonuçlan doğurduğunu söyleyen nedensellik yasasının etkisiyle, insanın bedensel varlığı da bu yasaya bağlı olacağından, onun verdiği tüm kararların da aslında bu yasaya bağlı olacağı, yani onun ahlâksal yaşamının da belirlenmiş olduğu sık sık söylenmiştir. Bu inanca göre, insanın tüm eylemleri tam olarak belirlenmiştir. İnsanın psikolojik tepkileri gibi, ahlâksal niyet ve tasarımlar da belirlenmiştir. Ancak bu psikolojik tepkiler ve ahlâksal Birbirlerine iyice geçmişlerdir ve çok "karmaşık" tırlar. Bu "karmaşık" durum, örneğin psikanaliz yoluyla ele alınabilir. Ahlâksal belirlenimcilik olarak adlandırılabilecek olan bu görüş, insanın belli durumlar karşısında özgürce kararlar alabileceğini ve bu kararlarının sorumluluğunu yüklenebileceğini kabul etmez. Buna karşılık, istenç özgürlüğünden yola çıkan çok sayıda kuram vardır. Bu kuramlar, belirlenimciliğe karşı pek çok kanıt geliştirmişlerdir. Örneğin bu kuramlarda insan eylemlerinde motivasyon ile belirlenim (determinasyon) arasına bir fark konulur. Bir eylemi, sadece yararına ve ahlâksal değerine inandığımız bir tasarım motive edebilir.

Ama bu motîf, doğa yasalarının zorunlu belirleyiciliğine sahip değildir. Çünkü burada bir "karar verme" söz konusudur ve bu karar verme olgusu, eylemde bulunan kişinin özgürlüğünün işaretidir. Ama öbür yandan, bu özgürlük başka türden bir belirlenimi de hazırlar. İnsan, doğa yasalarının belirleyiciliği dışında, eylemlerini kendi kararlarıyla tutarlı olacak şekilde düzenlemeye başlar ki, burada, bu özgürce alınmış kararlar, artık kendi eylemlerini belirleyen motifler haline gelir ve iman, yaşamını artık kendi kararlarının belirleyiciliği altında kurar (N. Hartmann). Kant, özgürlük probleminin çözümü konusundaki ünlü, ama hiç de kolay anlaşılır olmayan denemesinde, insanı hem özgür tutum takınan, hem de nedensel olarak belirlenmiş bir varlık olarak görür. Öyle ki, insan, algıları aracılığıyla kavradığı ve kendisine nedensel yasalar tarafından belirlenmiş olarak görünen bir evren içinde yaşar. Ama onun kavradığı şey fenomenlerdir, nesnenin kendisi veya kendinde Şey (Ding an sich) değildir; biz, nesnenin kendisini ve dolayısıyla kendinde şeyler dünyası olarak nouıııenon (numen) dünyasını değil, onun bizce kavranılabilir olan görünüşünü, fenomenler dünyasını bilebiliriz. Kant, fenomen ve numen arasında yaptıği bu ayırımdan kalkarak, insanın sadece kendisine ait bir başka numen dünyasını kurabileceğini, bunu da, kendi özgür istencinden yola çıkarak başarabileceğini ekler. Bir başka deyişle, istenç özgürlüğü, insanın bir akıl varlığı (pratik akıl sahibi varlık) olarak düşünülür (intelligibl) düzlemde kendisine ait bir Ding an sich kurmasına olanak sağlar ki, kıırulan bu şey nedensellik yasasına uymaz. İstenç özgürlüğünü temellendirmek konusunda tümüyle yeni bir girişim de, modern fiziğin sonuçlarının yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Burada, makrofizik alanında geçerli saydığımız nedensel bağıntıların mikrofizik alanında kısmen geçerli veya geçersiz olduğu söylenir. Bir başka deyişle, mikrofizik alânında nedenselliğin büyük ölçüde geçersiz kaldığı şaşırtıcı olgularla karşılaşılmaktadır. Öyle ki, elektronlar sanki "özgürce" hareket etmektedirler.

Ne var ki, fiziksel süreçler ile bizim bilinç süreçlerimiz arasındaki bağıntılar bugün için öylesine az biliniyor ki, modern kuramsal fiziğin sonuçlarını bir istenç özgürlüğü iddiasını temellendirmek için kullanmak henüz erken görünüyor. Üstelik, modern fiziğin sonuçlarının ne ölçüde "geçerli" olduğu konusunda, hiç olmâzsa şimdilik susmak daha doğru görünüyor. Neopozitivizm adı altında toplanan bazı yaygın ve popüler felsefi yönelimlere göre, istenç özgürlüğü problemi, öbür bir çok felsefe problemi gibi, bir çözüme bağlanamaz. Çünkü bu gibi problemler, büyük ölçüde, hatta tümüyle birer sahte problemden (pseudo problem) ibarettir. İstenç özgürlüğü problemi (öbür problemler gibi) dilimizin ve onun gramerinin uygunsuz bir kullanımından kaynaklanmâktadır ve bu nedenle, bu tür sahte problemlerin, yeni ve sağın bir dil eleştirisi ile ortadan kaldırılması gerekir. Görüldüğü gibi, "istenç özgürlüğü" problemi, aslında her etik kuramının problematiği içinde herhangi bir tarzda ele alınmaktadır. Yani, problemle ilgili yanıtlar ister olumlu (Kant, Hartmann) ister olumsuz ve hatta dışlayıcı (neopozitivizm) olsun, problemin kendisi, etik içindeki önemli yerini korumaya devam etmektedir. Şimdiye kadar dört ip altında sıraladığımız etik kuramlarına, bu nedenle iki tip daha katabiliriz:

(V) Belirlenimci (determinist) bir çıkış noktasından hareket eden etikler

(VI) sadece eylem özgürlüğünden söz etmekle yetinmeyip, hatta ahlâklılığın tek dayanağını özgürlükte bulan etikler
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
Cevapla


Seçenekler




© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006