KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Eğitim > Dersler > Felsefe


Felsefe


Cevapla
 
Seçenekler
  #1 (permalink)  
Alt 14.09.06, 19:23
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 35
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Arrow Felsefe Ve EntellektÜellerİn RolÜ

konusundaki yazılarında entelektüelle re ilişkin bir söylemin bulunmayışı, egemen biçimiyle bu fikrin ulusal ve yazınsal kökenlerinden kaynaklanmaktadır. Felsefenin toplumsal işlevi konusundaki Alman tartışmaları bizi, derhal, Eflatun’un siyasal açıdan her yöne çekilebilen mirasına götürür: Toplum kuramı üzerine yapıtlar içinde Devlet, Nazi filozofları arasında, Nietzsche ya da Heidegger’in yapıtlarına kıyasla çok daha fazla rağbet görürdü’ Entelektüeller konusundaki en çağdaş görüşün kökenleri oldukça tanıdık bir yapıta dayanmaktadır:Julien Benda’nın 1927 tarihli Trahison des Clercs(Bilginlerin ihaneti)ne. Batı’nın entelektüelin sorumluluğu konusundaki tartışmalarını o günden bu yana belirleyen terimlerin ortaya atıldığı kitap budur: Her türlü ulusal özgülcülük ya da toplumsal partizanlığı reddederek bir bütün olarak insanlığa hizmet etmek adına yürütülen destansı bir bireyselliğin evrensel ahlaksallığı. Bu terimler bugün Chomsky’nin kişiliğinde örneğini bulmuştur Avrupa’nın savaşlar arasında geçen buhranlı yıllarının vicdan azabı içindeki —felsefi çerçevesi açıkça laikleştirilmiş Hıristiyanlıktan başka bir şey olmayan— liberal insancıllığının bir ürünü olarak Benda’nın, entelektüellerin evrensel sorumluluklar taşıyan bir bireyler topluluğu olduğu yollu idealist görüşü (ondokuzuncu yüzyıl Rus ‘intelligentsia’sının bir uyarlaması), kendisini doğuran koşulları aşarak hala sarsılmaksı güç bir geleneğin zeminini oluşturmuştur. Benda’yı izleyen yazarlar (özellikle Sartre) entelektüelin özgürlüğüne ilişkin katı bir partizanlık ya da ‘sadakat’ konusunda siyasal bir söyleme bağlanan varoluşsal bir söylem adına, onun soyut insancıllığını reddederek gerek kuramsal gerek de siyasal terimleriyle savaşmışlardır. Ama entelektüeli bütün bir insanlık için örnek bir kişilik haline getiren, evrensellik yönündeki o özgün ukdeye onlar da saplanmışlardı.

Ahlaksal olduğu kadar paradigmatik bir biçimde yazınsal (hatta teatral) bir kişilik olarak entelektüeli yaratan etken, bu örnekleme ukdesi olmuştur. Çünkü Habermas’ın belirttiği gibi kentsoylu kamu alanı, yani ayrıcalıklı entelektüel etkinlik alanı, tarihsel olarak, daha önceden var olan bir yazın kültürü alanının siyasal olarak yeniden işleyişe geçmesiyle ortaya çıkmıştır Habermas bu gelişimi, kendisinin ‘temsili kamusallık’ adını verdiği ve Ortaçağ’ın ortaklaşa (corporate) kültürüyle özdeşleştirdiği şeyin ortadan kalkmasına bağlar. Öte yandan Benda için entelektüel, kamusallık ruhunun ahlaksal timsalinin ta kendisidir. Bu görüşün, entelektüellerin ‘onlarsız kapkara bir gece olacak dünyada birer gözcü görevi gördükleri’ yollu toplumbilimsel bir yorumu, Benda’nm kitabıyla aşağı yukarı aynı sıralarda, Almanya’da, Karl Mannheim’ın İdeology and Utopia adlı kitabında işlenmiştir Mannheim’a göre, bir ‘tabaka’ olarak entelektüellerin görece sınıfsızlığı, ‘toplumsal yaşama nüfuz eden bütün ilgileri kapsama’ gücüne sahip ‘serbest bir zeka’ (frei-schwebende Intelligenz) yaratmaktadır. ‘Bireşimlerin taşıyıcıları’ olarak entelektüeller, ‘bütüne yönelik ilgi’ye karşılık gelen ‘bütüncül bakış açısı’nın tek temsilcileri olmuşlardır Ringer’in yeniden kurduğu ‘mandarin’ geleneğinin yetkeciliğini daha tutucu köklerine taşıyan entelektüel işlev konusundaki bu tarz ortaklaşa evrensellik, Almanya’daki liberal geleneğe, Habermas’ın kamu tarihinde öngördüğünden daha yakındır Hegel’in Hukuk Felsefesi’nde devlet bürokrasisini ele alışının, Nietzscheci bilgikuramı bağlamındaki toplumbilimsel bir uzanımı olarak Mannheim’ın çalışması, özellikle 1950’lerdeki yeniden yapılanmanın teknokratik bağlamında etkili olmuştur: Hem ‘ideoloji’den köşe bucak kaçan Almanya’da hem de uzmanlar eliyle toplumsal tasarlama ideolojisine pozitivist bir katkı olarak Fabian geleneğine sızmanın mümkün olduğu (Mannheim’ın Nazilerden kaçarak sığındığı) Ingiltere’de. Bu, ‘her şeyi sorgulayıp hiçbir şeyi eleştirmeyen’ bir bakış açısı nın ‘suya sabuna dokunmayan kuşkuculuğu’nu desteklediği gerekçesiyle Adorno tarafından sert bir saldırıya maruz kalmıştır. Yine de Mannheim ile diğer ortaklaşa evrenselcilerin, Hegel üzerinden Marx’la paylaştıkları noktayı da unutmamak gerekir. Marx, evrensel bir sınıf olarak Alman proleteryasına ilişkin yorumunda nasıl Hegel mantığının kavramsal yapısını büyük oranda korumuşsa, Gramsci’nin entelektüeller hakkındaki yapıtında da, sınıf terimleriyle ifade edilmemiş bile olsa, Hegel’in corporatism’ine rastlanır.Entelektüel temsilin ikilemleri (evrenselin bakış açısıyla özgül olanı, özgü! olanınkiyle evrenseli düşünmek) Adorno’nun, Mannheim’ın corporatism’inin sözde evrenselliğine yönelik eleştirisinde anıştırdığı kadar kolay çözülemez.

Habermas’ın kamu alanı üzerine olan yapıtında karşı çıktığı şey, demokratik büyüme ve kentsoylu bir modelin (ki bu, aslında, görünürde esinlendiği 18. yüzyıl İngiliz modelinden çok 19. yüzyıl Amerikan geleneğiyle benzeşmekteydi) dönüşümü adı altında hem tekilci hem de ahlaksalevrenselci biçimleriyle corporatism’dir Yine de, entelektüellerin corporatism’indeki genel sorun onların erk yönündeki taleplerinden kaynaklanıyorsa (feodal beyin temsili kamusallığı, başka mevkideki kimselerin respublica’dan dışlanmış olmasının bir sonucuydu), Benda’nın laik entelektüelinin temsili kamusallığı tam da onun resmi dayanaklı erkten uzak olmasından, siyasal erke sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Benda’nın görüşü özünde bireyci bir görüştür. Burada, entelektüelin kaleminin ahlaksal gücü, yalnızca kamusal okur-yazarlık kurumlarına (temsil araçlarına) değil, çelişik bir biçimde, erksizlik imgesinin retorik gücüne de bağlıdır: Sadece ve sadece usun sınırları içinde olmak. Sartre’la ilgili olarak de Gaulle şu ünlü sözleri sarfetmiştir: “Kimse Voltaire’tutuklamaz”; oysa işin aslı şu ki, durum gerektiriyorsa genellikle herkes tutuklar. Bu açıdan, 19. yüzyılın sonunda Dreyfus’un savunması sırasında Fransa’da moda olup Soğuk Savaş dönemindeki muhalif kişiliğinde yeniden işlenen, ahlaksal bir kahraman olarak entelektüel kişiliği, siyasete derin bir ikircimle yaklaşmaktadır. Erkten dışlanmış olmak onun yaşam kaynağıdır. O halde, Kant’ın özgün sorunsal formülleştirmesinde varsayılan aydınlanmacı siyasal mutlakçılığı da geçersiz saydığımıza göre, entelektüel kendi ahlaksal değerlerini kamuya sergileyerek değişimi körüklemeyi nasıl başaracak Mutsuz Havel’i Çekoslovakya (sonraki adıyla Çek Cumhuriyeti) devlet başkanlığına iten istisnai tarihsel koşullar, sorunu çözmekten çok, daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir, çünkü erksizliğin gücü burada, toplumdaki yapısal değişimler karşısında güçsüz kalan resmi bir siyasal yetkenin erksizliğine dönüşmüştür. Bu durumda (direniş değil) istifa, içtenliğin bedeli olmaktadır, çünkü sorumluluğu yükleyip soruların muhatabı olarak göstereceğiniz başka bir kurulu yetke yoktur. Melankoli, entelektüelin özgün varoluşsal ruh hali olarak, başkaldırının yerini alır. Çek Heideggerciliği komünizm sonrası ülkelerde eski muhaliflerin tutunacakları bir ideoloji haline gelir.

Erk ile Temsil:

Entelektüeller üzerine yazılıp çizilenler arasında erk sorusuna verilen iki karşılık dikkat çekmektedir. Biri entelektüelin, resmi (ya da alternatif) siyasal yetkelerle uzlaştırılmaksızın, izleyicilerin, etkinlik alanlarının karmaşık çeşitliliği bağlamında, siyasal istem-oluşumunda özel bir işlevi yerine getireceği demokratik bir kamu alanı oluşturma isteğinin biraz değiştirilmiş olarak yeniden olumlanmasını içermektedir. Diğeriyse, entelektüelin evrensellik isteğinin, özel ve yerel gruplar konusunda daha fazla yarar getireceği ve ‘özel bilgileri’nin muhalefet yönünde daha çok güvenilirlilik sağlayacağı gerekçesiyle köktenci biçimde reddedilmesine dayanmaktadır. Sözünü ettiğimiz ilk yaklaşım, Habermas’ın kamusallıkla ilgili çalışmasının 1980’lerdeki siyasal tartışmalar bağlamında, her ne kadar bununla sınırlı olmasa da lngilizce’ye gecikmiş olarak da olsa girmesiyle ilgilidir. İkincisiyse Foucault’dan esinlenmiştir. Her ikisi de Benda’nın soyut ahlaksal evrenselliğinin bireyciliğini aşma ukdesinde olmakla birlikte, Bendavari eğilimlere öyle ya da böyle yenik düşme tehlikesini atlatamamıştır. İlk durumda, şimdilerde geniş bir kesimce kabul gören ve Negt ile Kluge’nin Habermas’a yönelik Marxçı eleştirilerinin bütün bir çağdaş toplumsal hareketler alanını içine alacak biçimde genişletildiği çoğullaştırılmış kamusallık kavramı, kamunun evrenselliğini birbirine ters düşen çeşitli taleplere tabi olarak görmektedir. Yine de böylesi bir evrenselliğin tasarlanması yönündeki istek (ve gereklilik) —ne kadar hayali, düzenleyici ya da düşünsel de olsa— kamu alanının kendisindeki toplumsal bütünleşme gücüne duyulan bir inancın yanı sıra canlı kalmayı sürdürmüştür Bu, sürekli bir etkileşim ile içsel değişimlerin söz konusu olduğu (genellikle yanlış olarak ‘postmodern’ biçiminde adlandırılan) bir durumda, daha yüksek düzeylerde bir farklılaşmaya rastlanan toplumlarda sivil cumhuri yetçiiğin kuramsal açıdan belirsiz olmakla birlikte siyasal üreticiliğe sahip gelişimidir. Bunun ikilemleri Edward Said’in Entelektüel’inde (Habermas’a bağımlı olmasa da entelektüelin siyasal rolüne ilişkin görüşünde benzer bir kamusallık kavramına dayanan bir metin) gösterilmiştir.

Said için ‘kamu önünde, kamu için, bir iletiyi, bir görüşü, bir yaklaşımı, felsefeyi ya da bir düşünceyi temsil etme, somutlama, eklemlendirme yeteneğiyle donatılmış’ bir birey olarak entelektüelin özel görevi, bu yeteneğini, ‘kendi toplumu içindeki resmi yetke sahibi erk’ karşısında, özgürlük ile adaleti ilgilendiren konularda kendi görüşlerini kamu önünde dile getirmede kullanmaktır. Entelektüeller ‘ahlaksal ortamda bir değişim yaratmak için’ ‘erke doğruları söyler’ler. Bunu yapmak için de erkten ve yetkeden bağımsız olmalıdırlar. Ancak Said şunu da kabul eder ki entelektüel, erk ve yetkeyle olan ilişkisinden kurtulamaz. Bu yüzden, kamu alanını canlı tutmak için durmaksızın içinde bulunduğu koşullarda kendi bağımsızlığını yaratmalıdır. Said’in böylesi bireysel savaşımların ‘değerleri ile ayrıcalıkları’na verdiği ortak ad amatörlüktür Bu, özünde, Benda’mn görüşünün toplumbilimsel açıdan biraz daha zenginleştirilerek eylemci tarzda güncelleştirilmiş biçimidir. Said, özgül birtakım bağlılıklan (kendisinin Filistin davası konusundaki savunuculu ğu gibi) evrensellik karşısında bir meydan okumadan çok evrenselliği zenginleştiren öğeler olarak sunar. Ancak süregelen bireycilik ile buna eşlik eden ahlaksal idealizm birer sorunsal olarak kalmaktadır. Çünkü entelektüelin kamu alanı içerisindeki etkinliği, onun, ‘çiğnenen haklar ve gizlenen hakikatler adına müdahalede bulunma’ yeteneğine —Said’in deyişiyle, zaten her zaman kısmen resmi olan ilgileri ve çıkarları ‘temsil etme’ yeteneğine— bağlıysa, entelektüel ve çıkarlarını temsil ettiği kimseler arasındaki ilişkiden bize ne? Entelektüellerin kültürel gücü ve yetkesinden bize ne?

Marjinalliklerini, güç yoksunluklarını vurgulayıp abartmak, entelektüellerin özdüşünümlerinin bir özelliğidir. Said’in de belirttiği gibi, sürgün oldukları yalnızca gerçek değil, mecazi bir durumdur da İnsan yine de Chomsky’nin ‘entelektüel camia içinde muhalif olan bir kimse [ nin] iyi bir yer edineme [ (‘Herhalde hiç kimse Bertrand Russell kadar iftiraya maruz kalmamıştır’ türünden abartılı sözlere varan) inancına kuşkuyla bakmadan ya da Said’in görüşünde resmi yetke ile muhalif örgütlerin entelektüel açısından oluşturduğu tehdidin aynı kefeye konmasından rahatsızlık duymadan edemiyor. ‘Muhalif kişiliğin Soğuk Savaşdönemine rastlayan kökleri, boylesı kararlı bir bireycilik siyaseti konusunda bir uyarı olmanın yanı sıra, ‘marjinallik’ söylemlerini son yıllarda insan bilimleri konusundaki akademik çatışmaların gündemine dönüştüren bir serbestlik sağlam Marjinallik ve bağımsızlık retoriği, ünlü‘New York entelektüelleri’nin siyasal tarihinin gösterdiği gibi, başka alanlarda uzlaşmacılığı desteklemeye oldukça açıktır. Uzmanlaşmacılık konusundaki bütün olumsuz tavrına karşın Said, Batı üniversitelerini hala “yarı ütopik mekan”lar olarak görmektedir ve amatörlük anlayışı —‘salt uzmanlığa bağlı işlerin içine sızıp onları dönüştürme işi’— iktisadi değil, manevi bir anlayıştır Burada, kamusal kurumların temsili işleyişinin doğasında bulunan bir kültürel erk biçimine değinilmemektedir. Kapitalist toplumlarda entelektüelin işlevi (mesleki ihtisaslaşma) ile ilgili toplumbilimsel bir gerçekliği korurken erkle böyle bir suç ortaklığından sakınmak alternatif bir yaklaşıma götüren özgürlükçü bir istektir: ‘Ozgül’ entelektüel anlayışının daha kapsamlı işlerliği ve muhalif yararına, Foucault’nun, evrensellik ukdesini reddetmesi gibi.

Foucault’nun entelektüeller konusundaki yaklaşımı, erk, temsil ve uzmanlaşma konularının, tek bir uygulama alanının farklı yönleri olarak ele alınmış olması bakımından dikkate değerdir Burada üç öğe söz konu sudur: Erk dizgesinin bir parçası olarak entelektüellerin geleneksel temsil işlevinin bir eleştirisi, özgül gruplara sağlanan özgül bilgilerin koşulu olarak muhalif uzmanlaşmacılığa ilişkin alternatif bir tasan ve yeni görüşün içerdiği sorunların ortaya konulması. ilki, eleştirel boyut, Foucault’nun ‘söylemi taklit eden üç büyük dışlama dizgesi’nden biri olarak hakikat istemi konusundaki genel düşüncesinden gelmektedir: Tarihsel olarak üretilip gelişen düzenleyici bir erk/bilgi dizgesi Entelektüellerin söylem konusundaki sorumluluklarına ilişkin klasik anlayış onları bu etki dizgesinin aracıları kılmaktadır. ‘Kamusallık’ olarak adlandırılan (aslında bir dışlama dizgesi olan) şey, bu aracılığın erimini belirler. Foucault şunu öne sürmektedir, bu durum bır kez kabul edildiğinde, entelektüelin rolü artık“kolektivitenin bastırılmış hakikatini dile getirmek üzere kendisini ‘hem onun bir adım önünde hem de yanında’ konumlamak” olmayacaktır. Bu görev, daha çok, “entelektüeli, ‘bilgi’, ‘hakikat’, ‘bilinçlilik’, ‘söylem’ gibi alanlarda kendi nesnesi ve aracı kılan erk biçimlerine karşı mücadele etmek” olmalıdır. Bu mücadele ise ‘erk çözümlemecileri’nin yapıtlarının dönüşlü biçimini alacaktır Dahası, sonuçta ‘aynı erkin, en iyi durumda efendileri değişmiş olarak, yeni bir düzenlenişi’ne varmaktan kaçınmak için bu çözümlemeciler egemen hakikat isteminin genelleyici özelliğini, bütünüyle ‘yerel ve bölgesel’ —yönlendirici değil— bir kuram anlayışı adına reddetmelidirler. Entelektüel artık bir ‘danışman’ rolünde değildir: “Tasarı, taktikler, belirlenecek hedefler, savaşa katılan kimseleri ilgilendirir. Entelektüelin yapabileceği, çözümleme yönünde araçlar sağlamak ... savaş alanını topolojik, coğrafi bir yoklamadan geçirmek olabilir —entelektüelin rolü budur.” Foucault’nun ‘karşı-söylemler’ adını verdiği şey —mevcut erk dizgesiyle savaşan ama onun ‘hakkında’ dolaysızca konuşmayan söylemler— o dizgenin kendisinin ‘tabi kılınmış’ nesnelerince üretilmelidir Böylelikle bu yeni ‘hakikat siyaseti’nin entelektüel taşıyıcıları artık yazarlar, uzman olmayan kimseler ya da eskinin amatörleri değil —‘filozoflar’ da temsil ve genellik konusundaki isteklilikleriyle baş başa bırakılmışlardır— mevcut hakikat ya da erk/bilgi rejimi içerisinde özgül birer işleve sahip uzmanlar olacaktır: Dirimbilimciler, fizikçiler, toplumsal uzmanlar, hekimler, avu katlar vb.

Zor olan nokta şu ki, erkin kapsayıcılığı, alanları ile işleyiş tarzları bakımından birbirine indirgenemez biçimde farklılık gösteren söylemlerin birliğiyle tanınıyorsa (‘dağılımdaki düzenlilik’), bu birliğin, muhalif savaşımların çeşitliliği düzeyindeki karşılığı ne olacaktır? Foucault, muhalif stratejilerin ‘birleşmekteki başarısızlığı’nı 1960’lar ile 70’lerin siyasetinde, kendi yapıtının da çoğunlukla (ve yerinde olarak) bunlar bağlamında yorumlandığı 19. yüzyılın sonlarındaki romantik, anarşist izleklere dönüşün nedeni olarak görmektedir Yine de Foucault, başka bir siyasal alternatif önermemektedir. Üstelik tek sorun bu da değildir. Çünkü Foucault’nun entelektüellere olan yaklaşımı incelendiğinde, trahisom des clercs’in yeni bir yorumunu çağrıştırdığı görülür: Entelektüelin erkle, halkı hiçe sayarak uygulanan bir erkle arasındaki özel türden bir suç ortaklığının sergilenişi Dahası, ‘stratejilerin birleşmesi’ motifi biraz daha ileri götürüldüğünde durum sanki evrensel entelektüel aslında sürülmeyip de yenilenmiş, yeniden düşünülmüş gibi görünmektedir. Çünkü bölük pörçük stratejilerin taşıdığı genelliğin bütünüyle olumsuz olmasına karşılık (olumlu bir ortak direniş çizgisinden değil de ‘erk dizgesinin kendi içinden çıktığı’ için) Foucault yine de bunun, her bir özgül savaşımın ‘bir hakikat mekanizmasının genel işleyişine’ bağlanması için yeterli olduğunu savunur. Bu durum da özgül entelektüelin konumu ‘genel bir anlam taşıyabilir’; yerel savaşımı ‘salt uzmanlığa ya da alana yönelik olmayan etkiler ile içerimlere sahip olabilir’; hatta entelektüel ‘toplumumuzun yapısı ile işleyişinin özünde yer alan hakikat rejiminin genel düzeyinde iş görüp mücadele edebilir’ Aslında, Foucault’nun kendi entelektüel çalışmasındaki siyasal boyut başka nasıl değerlendirilebilir ki? Ya da siyasal uygulamasındaki entelektüel bileşen?

Üstüne üstlük, söz konusu savaşım ‘keşfedilecek’ ya da ‘ortaya çıkartılacak’ bir hakikate değil, “doğru ile yanlışın birbirinden ayrıldığı ve erkin belli etkilerinin doğru olana bağlandığı bir ilkeler topluluğu”na ilişkin olduğuna göre bunun özel olarak ‘felsefi’ bir boyutu olması gerekir. (‘Kendilerine dayanılarak savların geçerli kılınacağı ilkelerin açığa çıkartılması’ Habermas’ın felsefe tanımlarından biridir). Böylelikle ‘evrensel’ ile ‘özgül’ entelektüel arasındaki ayrım, entelektüel etkinliğe kaçınılmaz bir felsefi boyut katarak yıkılmaya başlar. Bu kabul edildiğinde, son zamanlarda çoğullaştırılmış kamusallık modelini Foucault’nun toplumbilimsel görüşleriyle daha da çeşitlenecek biçimde beslemek kolaylaşır. Said’in temel eğilimi de budur aslında. Ancak gerek erk anlayışları gerek de üniversitelerdeki, özellikle de insan bilimlerindeki uzmanlaşma konusundaki görüşleri bakımından iki yaklaşım arasında önemli ayrılıklar bulunmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
Cevapla






© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006